31 Ocak 2022 Pazartesi

"Kebapçı" Kelimesi Marka Olabilir Mi? Lahey Bölge Mahkemesi Son Kararı Verdi.

 "Kebapçı" Kelimesi Marka Olabilir Mi? Lahey Bölge Mahkemesi Son Kararı Verdi.


Hollanda'daki Lahey Bölge Mahkemesi, Türkçe'de kebap ve ızgara et ürünleri satılan lokantalar için kullanılan "Kebapçı" kelimesini, ticari marka olarak kabul ederek, bu ismi tescil ettiren Amsterdam'daki restoran dışındaki işletmelerde kullanılamayacağına karar verdi.

Her şey Amsterdam’daki bir işletmenin “kebapçı” kelimesini bütün Benelüks ülkelerinde tescil etmesi ve bir başka işletmenin "Kebapçı Den Haag" (Den Haag Flemenkçe’de Lahey demek) ibaresini Lahey’de kullanması ile başladı. Bu iki işletme, kebapçı kelimesinin kullanım hakkı için mahkemede karşı karşıya geldi.

Lahey'deki restoran, "kebapçı" kelimesinin Türkçe'de yaygın olarak kullanıldığını ve kebap yenebilecek yerleri tanımlayan bir terim olduğunu belirtti. Bu nedenle, özel bir işletmenin tekeline verilemeyeceğini ve ticari marka adı olarak kabul edilemeyeceğini savundu.

Fakat mahkeme, Benelüks ülkelerindeki ortalama tüketicilerin çoğunluğunun Türkçe bilmediğini ve kebapçının genel bir ifade olduğunu anlamayacağını vurguladı. Hakime göre, Türkçe konuşan nüfus Hollanda'da ortalama tüketici olarak kabul edilemez. Bu nedenle kebapçı sözcüğünün yeterince ayırt edici olduğuna karar verildi.

Mahkeme, marka ihlali yapan Lahey'deki restoranın kebapçı adından vazgeçerek, logosunu da değiştirmesini istedi ve ismini değiştirmediği her gün için Amsterdam'daki işletmeye günlük bin euro ödemeye mahkum kıldı.

Davacı işletme, Türkiye’de Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 5.maddesine göre marka olamayacak bir meslek ismini Hollanda’da tescilleyerek ayırt edici kıldı ve rakiplerinin bu ismi kullanmasına engel oldu.

Bu karar, marka tescilini zamanında almanın ve tescil sonrasında da marka haklarını korumanın önemini bir kez daha gözler önüne seriyor. Türkçe’de herkesçe bilinen ve yaygın olan bir kelimenin, Hollanda’da ortalama tüketici baz alınarak sadece bir işletmeye özel olması ise son derece ilginç...

30 Ocak 2022 Pazar

Mutfak Sineması Zor Yolculuk

 Sadece Mutfağın Sesi Değil Elveda Berlin Festivali Mutfak Sineması!

Oğuz Makal

“Noma-Benim Kusursuz Fırtınam” belgeselinden aldığı ilhamla menü hazırlayacak şef Elverfeld’ın “yemek de film de insana zevk veriyor, bu etkinlik ikisini bir araya getiriyor” dediği, o rüyamsı buluşma/paylaşma alanına bir gün yeniden sahip olunacağı hayal edilmeye devam edilebilir.

“Sinemamıza, 'Gurur dolu bir uzun yolculuk oldu bizimkisi' sözleriyle yorumladığı' filmlerini bırakan ve örnek kişiliği ile her zaman hatırlayacağımız Fatma Girik’i kaybetmenin acısını sevenleri ve sanat dünyamızla bir kez daha paylaşıyorum.”

Berlin Film Festivali bölümlerinden Culinary Cinema/Mutfak Sineması’nda yemek/gıda konulu filmler gösteriliyordu. Bir özelliği, filmlerden ilhamla ünlü şeflerin hazırladığı menüler festivalin restoranı Gropius Mirror’da sunuluyordu… Üçüncü yılda da yok.

Kaldırılış kararında COVID-19 pandemi etkisi kadar, ‘bakış’ farklılığını aramak gerekir. İşin gerçeği 10 Şubat 2022 açılışı yapılacak ve 18 filmin 'Altın Ayı' için yarışacağı festivalin iki yıl önce iş başına geçmiş eş direktörleri Mariette Rissenbeek ve Carlo Chatrian alkışlanır yenilikler başlatmıştı. Örneğin, en iyi oyuncuya verilen ödüllerde cinsiyet ayrımının kaldırılması, bağımsız, yenilikçi sinemacılara yönelik Encounters/Karşılaşmalar bölümü gibi. 

Berlinale’de bu yıl jüri başkanlığını M. Night Shyamalan yapıyor. 6. His filmi bir yana, Shyamalan’nın filmlerinde insan, doğa, topluma korku-inanç-dogma sarmalı bakışı bana oldukça yabancı ama, o jüri başkanlığını ‘dünyanın en iyi yeteneklerini destekleme ve kutlama fırsatı yaratan mutlu şekilde kabul ettiği bir hediye’ olarak düşünüyor. La Cérémonie başta oyunculuğuna hayran olduğum Isabelle Huppert’e Onur Ödülü verilmesi, yeni filmi À propos de Joan/Joan Hakkında’nın gösterimine ise doğal olarak çok sevindim.

Berlin Festivali'nin 2020 yılında iş başına geçen yeni Eş Direktörleri Mariette Rissenbeek ve Carlo Chatrian

2021 yılının Altın Ayı ödüllü yönetmeni Radu Jud “Berlin’in diğer büyük festivallere kıyasla çok daha cesur olduğunu düşünüyorum ve festivalin diğer büyük festivaller gibi ticari bir anlayışın etkisi altına girmemiş olmasına da hayranlık duyuyorum.” derken çok haklı…Kaldı ki ödüllü filmi de (Talihsiz Seks ya da Kaçık Porno) çarpıcı içeriği, üç bölümlü -son bölümü sit-com-, klasik anlatıdan uzak Godardvari anlatısıyla Berlin’e çok uygundu.

Tüm bunlar güzel. Yine de on üç yıl tematik başlıklarla devam eden ve başka festivallere esin kaynağı olan Mutfak Sineması’nın Berlinale izleyicileri ve gastro - sinema tutkunlarını kendini yenileyerek selamlamaya devam etmesini kim istemezdi?

Sadece Mutfağın Sesi Değil

Mutfak Sineması’nın son gösterimleri Dengenin Tadı mottosuyla 2019’da gerçekleşmişti. Angela Hartnett, Sebastian Frank, Haya Molcho, Kiko Moya ve The Duc Ngo gibi ünlü şefler cazip menüler sunmuştu. Ve her yıl yeni menüler için yeni şefler davet ediliyordu. İşte birkaçının adı: Daniel Achilles, 2014-Yılın Şefi ve Michelin rehberi tarafından iki yıldızla ödüllendirildi. Uluslararası Gastronomi Ödüllü, 2002-Yılın Şefi, iki kez Michelin yıldızına layık görülen Andoni Luis Aduriz. 3 Michelin yıldızlı restoran Osteria Francescana’nın sahibi ve şefi Massimo Bottura. İki kez Michelin yıldızı alan Michael Kempf…

Bölümün açılış filmi Maya Gallus imzalı The Heat: A Kitchen (R)evolution/Sıcak: Bir Mutfak (D)evrimi ise bir paradoksun altını çiziyordu. Herkesin yemekle ilgili ilk deneyimi anne karnında başlar, hatta annenin beslenme alışkanlıkları bebeğinde alışkanlıklarının temeli olur… Ve sonraki yıllarda yemek dünyasında -tabii ki evlerimizde- anne başta, kadınlar vardır. 

Yine de en iyi restoranların mutfaklarında etkin görev alan kadın sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Kadın, erkek egemen mutfaklarda her aşamada mücadele verir, ocaklardan alınlarına her daim çarpan sıcağa aldırmaksızın engelleri aşmaya çalışır. Bu belgesel film, benzer zorlukları aşmış, mutfak endüstrisinde devrim yapmaya kararlı, işine tutkulu yedi kadın şef üzerinedir. 

Onlardan biri olan Angela Hartnett ve 2015 yılı «Gastronomide En Etkili Kadınlar» ödülü sahibi Parabere Forum* başkanı Maria Canabal  “Tea Time”da Mutfak (D)evrimi’ni tartışma masasına yatıracaktır…

The Heat- A Kitchen (R)evolution / Sıcak- Bir Mutfak (D)evrimi filminde hikayelerini anlatan şefler

Edwin’in yönettiği Aruna & Lidahnya adını taşıyan kurmaca film Endonazyalı şair, deneme yazarı Laksmi Pamuntjak'ın romanından uyarlama… İlk romanı Amba (2012) çok ses getirmişti, 1965-66 yıllarında Endonezya’da Suharto diktatörlüğünün kurulduğu karşı devrim sürecinde, komünistleri tasfiye etmek amaçlı, sonuçta 500.000'den fazla kişinin öldürüldüğü tarihi katliam ve Buru adasında bir hapishanede toplanan siyasi mahkumların yaşadığı şiddeti anlatıyordu. Aynı olayın belgesel filmleri Öldürme Eylemi (The Act of Killing, 2012) ve Sessizliğin Bakışı’nı (The Look of Silence, 2014) hatırlatırım.

Aruna & Lidahnya‘da ise, Jakarta’da yaşayan bir epidemiyolog ve yemek uzmanı Aruna Rai, şirketince Endonezya genelinde yeni bir kuş gribi vakası salgınını araştırmak üzere görevlendirilir. Otantik Endonezya tariflerini saptamak isteyen arkadaşı profesyonel şef Bono’yu, Endonezya mutfağı üzerine bir kitap yazmak isteyen mutfak eleştirmeni Nadezhda’yı da yanına alarak yola çıkar. Hem onun, hem Bono’nun yolculukta başlayacak aşk ilişkisiyle hikaye gelişir. Laksmi Pamuntjak romanı/filminde mutfak kültürünün hikayeleşmesi rastlantısal değil,  Pamuntjak’ın çok satan ve ödüllü Jakarta İyi Yemek Rehberi’nin yazarı olduğu bilinmez belki… 

Bu filmin esiniyle menüyü, Berlin’de suşi kültürünü yeniden tanımladığı söylenen Kuchi, sonrasındaki Cocolo Ramen, Moriki, Madame Ngo ve 893 Ryotei gibi çığır açan konseptlere sahip restoranlarıyla tanınan Vietnam asıllı ama yine de o “damarlarımda Çin mutfağı akıyor” diyen şef  Duc Ngo hazırlayacaktır.

Hayalet Filo, Shannon Service ve Jeffrey Waldron uluslararası deniz ürünü şirketlerince köle yapılmış onlarca insanı özgürlüğüne kavuşturmak için kendilerini tehlikeye atan bir grup Taylandlı aktivistin savaşımını anlatır.

John Chester ve eşinin California’da çöl gibi 80 hektarlık araziyi ekosisteme önem vererek ve çeşitli ülkelerden gönüllüler yardımıyla verimlileştirme güncesi “ABD’nin En Büyük Küçük Çiftliği” gösterilenler arasındadır.

Alvaro ve Diego Sarmiento Toprağın Anneleri belgeselinde And ağlarındaki topraklarını geleneksel yöntemlerle işlemek için ne baskı ne zorluklara boyun eğmeyen beş kadının kamera ile peşine düşer:

Domatesler Wagner ile Buluştuğunda, Yunanistan’ın orta bölgesindeki Elias’da organik domates üreticisi köylüler, önce geleneksel Yunan, sonra Richard Wagner müziğini deneyerek (kim denemek istemez ki?) tarlalarından daha çok verim almayı başardığı gibi, küçük kavanozlardaki ürünlerini dünyaya satmanın zorluğunu da yaşayacaktır.

Yaser Talebi Delband/Canım belgeselinde İran’da Elburz Dağları’nda yaşayan, dokuz yaşındayken babasını kaybetmiş, on dört yaşındayken kendisinden yaşça büyük bir çobanla evlendirilen, şimdi inekleriyle baş başa yaşlı Firuze kadının dünyasına girer.

Mutfak Sineması Zor Yolculuk

Mutfak Sineması’nın yolculuğu kolay olmadı. Slow Food hareketinin öncüsü Carlo Petrini ve ateşli savunucusu aşçı, yazar Alice Waters desteği ile gelişti, yemek/gıdanın kültür ve siyasetle ilişkisinden  GDO’lu tarımsal üretim sorunlarına, tarım işçileri sömürüsü, ekoloji, iklim krizi, kıtlık vb. konuların tartışma masasına getirilmesini sağlayan filmlerle özel bir yer edinmişti. 

Sorular soruluyordu, şöyle ki, Thomas Struck Slow Food Başkanı Carlo Petrini ile katıldığı bir toplantıda “On yıldır, yemek yapmanın yeniden ciddiye alınması amacıyla Mutfak Sineması düzenliyoruz” diyor ve soruyordu: “Dünyada insanlar neden mutfak becerilerinden vazgeçip bu kadar çok hazır yiyecek tercih ediyor?” 

Slow Food Başkanı Carlo Petrini’nin yanıtı acıtıcıdır: “Ambalajı yemek muhtemelen daha sağlıklı olurdu.”

Merak etmiştim, neyse ki Thomas Struck ilgisini çeken birkaç filmi paylaşmış da rahat ettim: “Gıda A.ş./ Food, Inc. (2009)” bunlardan biri. Gıda endüstrisinin üzerindeki kirli ticari örtüyü kaldıran sarsıcı bir belgesel ve gösterdikleri, anlattıkları ürkütücü. Diğerleri ışıltısı üzerinde duran eski yıllardan iki kurmaca film: “Tampopo (1985), Yemek İçmek Erkek Kadın (1994)”.

Savaşma Yemek Yap

“… savaş rüzgarla gelmez/Onu bulup getiren insanlar”, Bertolt Brecht’in dizelerinden esinle, savaşı getiren ve bitirmeye niyetli görünmediği kan ve acı dolu günlerin, göç, mülteci krizinin sarsıcılığına çok uygun slogan 2016 yılının Mutfak Sineması’na aittir: Savaşma, Yemek Yap!/Make Food, Not War!”

Festivalin Yönetmeni Dieter Kosslick açılışta Mutfak Sineması bölümünde gösterilecek filmlerin pusulasını işaret etmiştir:

“Irkçılık, yoksulluk ya da iklim değişikliği gibi sorunları çözmek için savaş hiç de uygun bir araç değildir. Dünya mutfakları sorunları çözmek için her zaman daha uygundur. Yemek halkları birbirine bağlar ve konukseverlik uluslararası dostluk anlayışına katkıda bulunur."

Thomas Struck ise, yemeğin barış sağlayan bir araç olduğundan söz ettikten sonra, “İklim değişikliği çok sayıda insanın açlık çekmesine neden oluyor. Toprakların tarım için uygunluğunu yitirmesinin yanı sıra yeme alışkanlıklarının da yol açtığı sorunlar var" diyecektir. “Giderek artan kitlesel et tüketimi, denizlerde balıkların yok edilircesine avlanması iklimlerin yanı sıra bizim yaşam tarzımızı da değiştiriyor. Tek yanlı yürütülen gıda politikaları yerküreye zarar veriyor ve bütün bunlar yemek kültürüyle doğrudan bağlantılı.”

On bir uzun metrajlı filmin yanı sıra, o yıl gösterilen ilginç belgesel filmlerinden biri, Karides Üzerinde Karıncalar’da ünlü restoran NOMA bir mutfak deneyimi için Kopenhag'dan Tokyo'ya tabii ki şef René Redzepi ile birlikte taşınır. Redzepi on dört çeşitten oluşan menüsünü, tümü doğal ve bölgeye özgü Japon ürünlerinden oluşturmaya kararlıdır.

2017’nin Mutfak Sineması’nın sloganı Yemek Tutkusu/Passion Food, ‘tutku’yu onaylar ama tutkunun da kontrol edilmesi gerektiğini de hatırlatır. “André - The Voice of Wine/André - Şarabın Sesi” filmi programdaki filmlerden biridir. Devrim öncesi Rusya'sından başlayarak başına gelmedik kalmasa da üzüm bağları türküsünü hep içinde saklamış André yönetmenin amcasıdır. 

Amcasının adını taşıyan André Tchelistcheff  gerçekte bir vefa filmi yapmıştır. Rusya'daki devrimden sonra Türkiye’ye sığınan, ardından Fransa’da şarap üretimini öğrenen, ABD’de işvereni nedeniyle Napa vadisine yerleşen, şarapçılık zanaatına tutkuyla kendini adamıştır André. Filmin gösterildiği akşam Berlin’deki Restoran Horváth’ın şefi Sebastian Frank Rusya klasiği havyar, ayrıca kök sebzelerle (patates, pancar, havuç, kereviz gibi) ve tabii ki Rus mutfağından esin yaratıcı dokunuşlarla bir menü hazırlar ve sunar…

Şeflerin İmzası Menüler

İzninizle başa dönmem gerekiyor… Evet, tam on üç yıldır, bazıları Michelin yıldızlı ünlü şefler kendilerine gösterilen filmlerden sonra yemeği bir kez daha sanatlaştırıyordu. Bu az rastlanan fırsatı yakalayan ve anılarında saklayacaklar Mutfak Sineması’nın kaldırılışını doğal olarak dert edinebilir. Ama bir gerçek var, iki sanat dünyasının birinde şefler, diğer yanda yönetmenler, birinde ince bir ustalıkla yapılmış yemekler, diğerinde belleklerde yer eden ya da ‘görev aşkı’ ile çekilmiş filmleri Berlinale Mutfak Sineması’nda olduğu gibi artık bir araya gelmeyecektir.

“Noma-Benim Kusursuz Fırtınam” belgeselinden aldığı ilhamla menü hazırlayacak şef Elverfeld’ın “yemek de film de insana zevk veriyor, bu etkinlik ikisini bir araya getiriyor” dediği, o rüyamsı buluşma/paylaşma alanına bir gün yeniden sahip olunacağı hayal edilmeye devam edilebilir. (Bu arada, Pierre Deschamps imzalı “Noma-Benim Kusursuz Fırtınam” belgeselinin dört yıl önce kaybettiğimiz yazar-şef Anthony Bourdain’in ölümü öncesi "Şüphesiz, gezegendeki en etkili şeflerden biri. O değişerek dünyayı değiştirmeye devam ediyor.” diye tanımladığı René Redzepi ve dört kez dünyanın en iyi restoranı seçilen  Noma üzerine olduğunu açıklamalı…)

Programdaki zaman tünelinden çıkagelen filmlerden biri de Being There/Merhaba Dünya filmiydi. Filmin esiniyle menü hazırlayacak Berlin’deki Restoran Margaux’nun şefi Michael Hoffmann sebze bahçesi edinmiştir. Peter Sellers'in tüm hayatı boyunca bahçesinde çalıştığı malikânenin dışına çıkmamış bahçıvan oluşu onu çok etkileyecektir. Yemek malzemelerinin bir bölümünü kendi restoranı/vejetaryen menüsü için zaten bahçesinden karşılamaktadır, bu kez de öyle yapacaktır:

“Önden farklı sebzelerin turşularından mücverli bir kreasyonumuz var. Daha sonra ana yemek olarak, kırmızı lahana, patates ve ceviz püresi ile kerevizli narlı tereyağı sosu sunacağız."

Başka Festivallerde Yemek Tadı Sinema

Berlin Mutfak Sineması, pandemi öncesi gidebildiğim San Sebastian Uluslararası Film Festivali başta diğer festivallerin Mutfak Sinemaları bölümünün oluşumunu sağladı. Neyse ki San Sebastian’daki Culinary Zinema (Baskça) yapılmaya devam ediyor. Şu akla gelebilir, aralarında bir “benzerlik var mı?” Gösteri/söyleşi ‘evet’, Berlin’den daha az sayıda filmin programa alındığı ise bir gerçek…

2021 yılındaki Culinary Zinema’da yer alan belgeselden biri 2011’de kapattığı restoranı elBulli ile avangard mutfağının öncüsü gösterilen Ferran Adrià üzerineydi. Programda “Gastronomi büyük ekranda…, keşfedin!” çağrısıyla Eric Besnard’ın yönettiği uzun metraj Délicieux’de yer alacaktır. 

Filmde, 1789 Fransız Devrimi'nin şafağında, yemek yemeği sıradan insanlara bırakılmayacak bir sanat-ayrıcalık olarak gören aristokrasi temsilcisi Chamfort Düküne başkaldıran ve sadece Fransız değil, gastronomi tarihinin de ilk restoranını açan şef Manceron’un hikayesi anlatılır. Ama gösterimler sonrası akla geldiği gibi ne özel bir restoran ne de şef menüsü vardır. Zaten gerekte yok… San Sebastian İspanya’nın gurme cenneti, açık mutfak kenti. Çevresinde on bir Michelin yıldızlı restoran var, bunlardan dördü üç Michelin yıldızlı (Arzak, Martin Berasategui, Akelarre (bu ara kapalı), Azurmendi).

Michelin yıldızlı bir restoranda tadım menüsü bile -yaşanan salgın krizi bir yana- şimdilerdeki kur artışlarıyla iyice hayal belki, yine de San Sebastian’a gitme fırsatı yakalayanlara ünlü İspanyol tapasın, buradaki adıyla pinçosların (pintxo) ve tarta de queso de La Viña yani La Viña ‘cheesecake’lerinin de tezgahında bulunduğu onlarca barları keşfetmeleri tavsiye edilir. Birkaçının adını verebilirim: La Cuchara de San Telmo, Gandarias, Bartolo, Borda Berri, Bar Nestor (Txuleton -çuleton okunuyor- bifteği ve tortillasıyla ünlü.)

Unutmadan, Berlin’in işbirliği yaptığı bir başka festival, kurucusu ve yöneticisi Polonyalı besteci ve Oscar ödüllü Jan AP Kaczmarek olan Transatlantyk Festivali.

20. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali de Berlin esiniyle bir kez açabildiği Gastronomi Randevusu bölümünde yedi filmi izleyiciyle buluşturmuştu. Ve Danimarkalı şef Wassim Hallal “Gastronomi Randevusu” için Türkiye’ye gelmiş, Soho House İstanbul’da Michelin yıldızlı restoranı Frederikshøj mutfağından yemekler sunmuştu... Eğer koronavirüs salgını bir gün biterse Gastronomi Randevusu da belki daha radikal bir çizgide yinelenir…

Yazılarına, podcastlarına bayıldığım Nilay Örnek ne güzel söylemişti, “Yemek umuttur. Yemek hafızadır. Yemek arkadaştır, ailedir, muhabbettir, geçmiştir, gelecektir, tarihtir, coğrafyadır, yerine göre bilgeliktir, karakterdir, neşedir…Yemek birleşmedir de...” (K24, 01 Şubat 2018) Berlin Festivali Mutfak Sineması filmleri/tartışmaları/keşifleri ile az rastlanır bir gösteri kültürü/bir araya gelme/paylaşma/sorgulama gücünü temsil ediyordu.

Kaynak: Gazeteduvar

27 Ocak 2022 Perşembe

Vanlı Rıfat Usta Kimdir?

 Vanlı Rıfat Usta Kimdir?


1972 yılında Van’ın Gevaş ilçesinde Pınarbaşı Mahallesi’nde dünyaya gözümü açtım.

Normal varlıklı bir ailenin çocuğu olarak herkes gibi çiftçilik ve hayvancılıkla geçimini sağlayan bir ferttim.

İlk ve orta okulu Van’ın Gevaş ilçesinde okuduktan sonra, 1986 yılı itibariyle hayat şartları ve birtakım sıkıntılardan dolayı İstanbul’a gelmek zorunda kaldık.

İstanbul’daki ilk meskenimiz olan Mecidiyeköy’de küçük bir esnaf lokantasında bulaşıkçı olarak çalışmaya başladım. O kadar küçüktüm ki boyum bulaşık tezgahına yetişmediğinden dolayı kola kasalarına çıkardım.

Türk mutfağı şeflerinden  Vanlı Rıfat Usta Kimdir sorusunun cevabında...

O zamanlarda yatacak yerimiz dahi yoktu. Eski bir handa yaşamımızı sürdürmeye çalışıyorduk. Hatta öyleki hanın yangın merdivenlerini iptal edip yatak atmıştık. 9 kişinin uyuma alanıydı burası.

Orada yatabilmemiz için Pazar günleri hanı komple yıkamak zorundaydık. Komik ama bizimde kiramız buydu.

Banyo yapmak için ise fırında çalışan amca oğullarımızın yanına giderdik.

Kararlıydım! Bunca sıkıntıya, kibirli, bencil ve işin inceliklerini öğretmekten kaçınan ustalara rağmen bu mesleği öğrenecek ve refaha kavuşacaktım.

3 sene olmuştu ve artık o lokantanın sahibiydim!

Zamanın tüm zorluklarına göğüs gererek azmim ve kararlılığım sayesinde alın terimi dökerek  bunu başarmıştım.

Bu sevinç ve motivasyon bana bir özgüven kazandırmıştı. Ta ki mesleğimi,  memleketimde devam ettirme isteği uyandırana kadar. 

Tası tarağı toplamış yollara düşmüştüm. Aynı esnaf lokantasını açtım orda da. Gevaş’ın ilk modern usullerle yapılan yemeklerini sundum. İlk kez ‘’benmari’’ yi gören insanlar şaşırmıştı, farklı gelmişti onlara. 

Yarattığım farklılıkların geri dönüşü çok iyi olmadı. İşler istediğimiz gibi gitmemişti.

Kabullendirememiştik bu sistemi. Alışıla gelmiş tezgahlardan uzaktı çünkü. Sadece haşlama ve kebaptan oluşan kısıtlı çeşitliliğe yenilerini ekleyerek geliştirmek istedik fakat sanırım yeri ve zamanı değildi daha. İstanbul’daki zafer aynı şiddetle yerini hayal kırıklığına bırakmıştı.

Tüm malzemeleri bir tesise satarak İstanbul yollarına tekrar düştük.

Bu hayal kırıklığı beni daha da çok azimlendirdi. Engelleyemezdi de hiç birşey başarmamı, içimde bu sanat aşkı varken!

Bu sefer hedef açıktı. Stratejimi belirlemiştim. Bilgilerime yenisini ekleyecek daha çok çalışacak ve profesyonelleşecektim. Becerilerime yenilerini ekledim öğrendikçe öğrendim. Kendimi ehlileştirdim.

Yiyecek içecek sektörünün tüm alanlarında; otel, restaurant ve catering şirketlerinde çalışarak küçük bir esnaf lokantasıyla bunların arasındaki farkı anlamaya başlamıştım.

Sadece işin mutfak kısmında değil her alanında bilgi sahibi olma esasıyla çalıştım, öğrendim.

Geleneksel Osmanlı mutfağı, mezeler, ızgara çeşitleri, döner ve ala carte dünya mutfağından örnekleri de bilgilerime kattıktan sonra kendi işimin sahibi olmaya karar verdim.

7 yıl boyunca yaklaşık olarak on bin kişiye hizmet veren bir catering firmasının kurucusu ve işleticisiydim. Patronu olmadım hiçbir zaman. Hem aşçısı hem taşıyanı hem dağıtanıydım. üretimin ve satışın her anında bulunuyordum. Patronum deyip köşeye çekilmezdim ki zaten içimdeki meslek aşkı buna müsaade etmezdi.

Hayatımın en mutlu anlarından biriydi. Ta ki talihsiz bir kaza geçirene kadar. Kaderinde bir cilvesiydi belkide bu. Her başarının sonu hüsranla bitiyordu.

5 sefer beyin ameliyatı geçirdim. Sağlık problemlerim işimden alıkoyuyordu beni. Şirketi ve yemek fabrikasını ortağıma devrettikten sonra bir süre mesleğimden uzak kaldım. Fakat gün gelecek mesleğim ve Van’a  olan sevdam beni tekrar mutfağa sokacak ve önlüğümü giydirecekti.

Derler ya hani "asıl tecrübe hayattaki olumsuzluklardır".  

Aslolan bu kötülükler karşısında nasıl durabildiğinizdir. Ben hep dimdik durmaya çalıştım ve başardığıma da inanıyorum.

Şuan tek bir emelim var. Bilgi ve birikimlerimi Van’daki ustalarla paylaşıp yeni ustalar yetiştirmek. Çünkü bilgi paylaştıkça güzeldir.

Dedik ya öğrenmenin yaşı yok diye;

Her ne kadar Ustayım desem de elbette benden daha ustaları da çıkacaktır karşıma. Onların da yanında çıraklık yapacak kadar aşığım ben mesleğime sırf öğrenmek adına. 
Son olarak;

Her bilgili insanın bilgisiz insana borçlu olduğu gibi her varlıklı insan da varlıksız insana borçludur. Ben de bir gün Van’a borcumu ödeyeceğim. Çünkü beni ben yapan, bu başarıları bana yaşatan o suyu topğdır...

Şef Kimdir?

 Kim Kimdir? Şef Kimdir? Türk Mutfağı Şefleri Kimdir? En İyi Ustalar Kimlerdir? En İyi Şefler Kimlerdir? En İyi Kebabçılar Kimlerdir? En İyi Türk Mutfağı Ustaları Kimdir? Kim Neler Yapmıştır? Hangi Çalışmalarda Bulunmuştur? Ne İş Yapar? Nereden Geldi? Nasıl Geldi? Kim Geldi? Niye Geldi? En Popüler Şefler Kimlerdir? En Sevilen Kimlerdir?  En Bilgili Şefler Kimlerdir?  En Genç Şefler Kimlerdir? En Hızlı Şefler Kimlerdir? En Başarılı şef kimdir, Şefler Kimlerdir? En Uzman Şefler Kimlerdir? 

Türk mutfağı şefleri ne yaptı? Türk mutfağı şefleri neden yaptı? Türk mutfağı şefleri niye yaptı? Türk mutfağı şefleri niçin yaptı? Türk mutfağı şefleri nasıl yaptı? Mutfak Şefi ne zaman geldi? Mutfak Şefi niye geldi? Mutfak Şefi neden geldi? Mutfak Şefi nasıl geldi? Mutfak Şefi ne yaptı? nereli, hangi okul mezunu? nerede eğitim aldı?

26 Ocak 2022 Çarşamba

Geleneksel Türk Mutfağında Siyez Bulgurlu Tavuk Dolması Nasıl Yapılır?

 Tavuk dolması nedir? geleneksel Türk mutfağında tavuk dolması yaparken nelere dikkat edilir? En iyi tavuk yemeklerinden Siyez Bulgurlu tavuk dolmasının yanında garnitür olarak neler verilir? En iyi fırın tavuk yemeklerinden ve dolma ve sarma tariflerinden Siyez Bulgurlu geleneksel tavuk dolması yapmanın püf noktaları nelerdir?


Geleneksel Türk Mutfağında Siyez Bulgurlu Tavuk Dolması Nasıl Yapılır?

Türk Mutfağında Siyez Bulgurlu Tavuk Dolması Nasıl Yapılır?
Geleneksel Türk Mutfağı Yemek Arşivinde Tavuk Dolması İçin Kullanılan Malzemeler Nelerdir?

*     1 Adet Bütün Tavuk (2,5 Kg)

En İyi Tavuk Yemeklerinden Tavuk Dolması Sosu İçin:

*     2 Tatlı Kaşığı Yoğurt
*     3 Yemek Kaşığı Sıvı Yağ
*     Yarım Tatlı Kaşığı Domates Salçası

En İyi Pilav Tarifleri ve Dolma Tariflerinden Tavuk Dolması İçin Pilavı İçin:

*     3 Su Bardağı Pilavlık Siyez Bulguru
*     3 Yemek Kaşığı Tereyağı
*     3 Yemek Kaşığı Sıvı Yağ
*     1 Çay Bardağı Dolmalık Fıstık
*     1 Çay Bardağı Kuş Üzümü
*     2 Çay Kaşığı Tarçın
*     1 su bardağı haşlanmış yeşil mercimek
*     2 Çay Kaşığı Karabiber
*     1 Çay Bardağı Badem
*     1 su bardağı haşlanmış ülübü

En İyi Tavuk Yemeklerinden Tavuk Dolmasının Yanında Garnitür Olarak:

Türk Mutfağında Siyez Bulgurlu Tavuk Dolması Nasıl Yapılır?
*     3 Adet Patates
*     3 Adet Havuç
*     15 Adet Arpacık Soğan

En İyi Fırın Yemekleri Ve Nefis Yemek Tariflerinden Geleneksel Tavuk Dolması Nasıl Yapılır?

Öncelikle iç pilavını hazırlamak için pilavlık siyez bulguru bir kaba alınır. Üzerini geçecek kadar ılık su ve tuz eklenerek yarım saat bekletilir, daha sonra bol su ile yıkanarak pişirme aşamasına geçilir.

Pilavı pişirmek için öncelikle pilav tenceresine tereyağı ve sıvı yağ alınır. Ben tereyağı ve sıvı yağı karışık kullanıyorum, çünkü hem tereyağının lezzetini seviyorum, hem de sıvı yağın parlaklık verdiğini düşünüyorum.

Türk Mutfağında Siyez Bulgurlu Tavuk Dolması Nasıl Yapılır?
Yağlar eriyince suyu süzülen siyez bulguru eklenerek kavrulur. 2-3 dakika kavrulduktan sonra dolmalık fıstıklar, badem, haşlanmış ülübü, yeşil mercimek ve kuş üzümleri ilave edilir. Beraber bir iki defa karıştırılarak kavrulur. Üzerine 2 su bardağı sıcak su ilave edilir.

Tuzu ayarlanır. Pişmeye bırakılır. Pilav suyunu çekinceye kadar pişirilir. Bu ölçüdeki siyez bulguru için suyu bilerek biraz fazla kullanıyoruz, pilavımız biraz diri kalacak. Son olarak ocaktan alınır ve tarçın ve karabiber eklenerek nazikçe karıştırılır.

Diğer taraftan bütün tavuğumuz yıkanır ve varsa tüyleri ütülenir. Bu tarifte 2,5 kg ağırlığında organik tavuk kullandım. Eğer bulabilirseniz köy tavuğu daha geç pişer ama daha sağlıklı ve lezzetli olacaktır, tavsiye ederim. Tavuğun içi fazla bastırmadan pilavla doldurulur. Çok sıkıştırırsanız pilavınız hamur olabilir.

Tavuğun ayakları ya derisinden geçirilerek sıkıştırılır veya mutfak ipi ile bağlanır, böylece pişerken açılması önlenmiş olur. Daha sonra tavuk yağlanmış fırın kabına alınarak 185 derece fırında 60 dakika kadar pişirilir.

Bir kasede sos malzemeleri karıştırılır ve yarı pişmiş olan tavuk fırından alınarak üzerine fırça ile sos sürülür. Bu sos tavuğunuzun nar gibi kızarmasını sağlayacaktır. Eğer baştan sürerseniz gereğinden fazla kızarabilir bu sebeple baştan sos sürmüyoruz.

Fırından aldığımız fırın kabına birkaç parçaya dilimlenmiş patates, havuç ve arpacık soğanlar da eklenir. Böylece tavuğun suyu ile hem sebzelerimiz lezzetlenmiş olacaklar, hem de servis sırasında kullanabileceğimiz nefis garnitürlerimiz de hazır olacak.

Türk Mutfağında Siyez Bulgurlu Tavuk Dolması Nasıl Yapılır?
Son olarak fırın kabı tekrar fırına sürülür. Yaklaşık 40 dakika daha pişmeye bırakılır. Tavuğa göre pişme süresi değişebilir, ancak şüphede kalırsanız, tavuğun piştiğini nasıl anlarım derseniz, bir kürdan batırarak tavuğun pişip pişmediğini anlayabilirsiniz. Eğer kürdan kolayca batıp pembe bir şekilde çıkmıyorsa pişmiş demektir.

Tavuk pişerken diğer taraftan kalan pilava yarım su bardağından az su eklenerek pişirmeye devam edilir. Tekrar suyunu çektiğinde üzerine bir havlu kağıt kapatılır ve demlenmeye bırakılır.

Tavuk Dolması kaç saatte pişer?

Tavuğun içi fazla bastırmadan pilavla doldurulur. Çok sıkıştırırsanız pilavınız hamur olabilir. Tavuğun ayakları ya derisinden geçirilerek sıkıştırılır veya mutfak ipi ile bağlanır, böylece pişerken açılması önlenmiş olur. Daha sonra tavuk yağlanmış fırın kabına alınarak 185 derece fırında 60 dakika kadar pişirilir.

Tavuk dolmasının yanına başka hangi yemekler uygun olur?

Köz Patlıcan Çorbası Tarifi.
Yoğurtlu Pazı Mezesi Tarifi.
Yoğurtlu Nohut Salatası Tarifi.
Çoban Salatası Tarifi.
Közlenmiş Biber Salatası Tarifi.
Cacık Tarifi.
Havuç Tarator Tarifi.

21 Ocak 2022 Cuma

Flame Cuisine "Bennu"

 Flame Cuisine "Bennu"


Flame Cuisine anlayışının Türkiye’deki ilk örneği olan Bennu, hem et, hem de kabuklu deniz mahsulleri alanında birbirinden önemli başarılara imza atan şeflerin elinden misafirlerine kusursuz lezzetler sunuyor.

Türkiye turizm haberleri ve gastronomi haberleri ile bilinen "gastronomi dergisi"nin haberine göre;

İstanbul ve Bodrum gibi Türkiye’nin en gözde rotalarında birbirinden başarılı işletmelere imza atan RMA Holding’in Etiler’de kapılarını açtığı, “Flame Cuisine” kültürünün Türkiye’deki ilk örneği olan Bennu, dünyaca ünlü Michelin yıldızlı Chef Dave De Belder’in danışmanlığında hazırlanan özel tadım menüsünün müjdesini veriyor.

Flame Cuisine "Bennu"
Adı ilk duyulduğunda sadece bir kadın ismi sanılan, oysa ki hikayesi Flame Cuisine konseptini tam anlamıyla tamamlayan Bennu, dünyaca ünlü Michelin yıldızlı şef Dave De Belder’in danışmanlığında yarattığı özel tadım menüsü ile gastronomi dünyasındaki farkını yaşatmaya devam ediyor. 

Dünyanın önde gelen isimleri için hazırladığı lezzetleri, benzersiz reçeteleri, her biri adeta sanat eseri gibi görselliğe sahip olan sunumları ile ünlü, Michelin yıldızlı şef Dave De Belder, Flame Cuisine anlayışının Türkiye’deki ilk örneği olan en iyi restoranlardan Bennu için 5 etaplı bir tadım menüsü hazırladı. 

Flame Cuisine "Bennu"
Amuse-Bouche etabında Fluffy Patates ile başlayan restoran menüsü, bu spesiyalde beklenmedik tatların buluşmasını yaşatıyor. Başlangıçlarda yer alan Steak in the Bone, Gillardeau İstiridye, Saint Jacques Deniz Tarağı, Dave De Belder’in özel reçeteleri olarak dikkat çekerken, sunumları ve damakta her biri farklı bir tat bırakan katmanlarıyla benzersiz deneyimler yaşatıyor. 

Kral yengeçli, havyarlı, ev yapımı linguine Bennu Pasta da bu menünün en sevilen tatları arasında… Soya ve mirin glaze patlıcan, fondan patates eşliğinde servis edilen, miso ve hardallı Bernaise sosuyla hayranlık uyandıran Izgara Dana Bonfile ise menünün ana yemeğinde kendini gösteriyor ve her katmanında hissettirdiği farklı dokuları, farklı aromaları ile fark yaratıyor. 

Flame Cuisine "Bennu"
Tatlı etabındaki Reverse Irish, tüm ezberleri bozarak kusursuz bir tamamlayıcı rolünü üstleniyor. Arzuya göre kırmızı ya da beyaz şarap eşleşmesiyle servis edilen bu özel tadım menüsünü 29 Ocak’a kadar Bennu’da bulunan Dave de Belder’in eşliğinde deneyimlemek için mutlaka önden rezervasyon yaptırmanızda fayda var.

Tarihi Ateş Kültüründen Gelen Lezzet Dünyası…

Çok eski medeniyetlerde ateşten doğan ve külleri ile de güç veren bir anka kuşu Bennu… Söz konusu ateşin gücü olduğunda, ateşte pişirmenin inceliklerini yansıtan bir yer için kusursuz bir isim olarak öne çıkan Bennu, kömür ateşinde ızgara konseptli lezzet dünyasıyla farkını yaşatıyor. Flame Cuisine anlayışının Türkiye’deki yeni restoranların ilk örneği olan Bennu, hem et, hem de kabuklu deniz mahsulleri alanında kusursuz lezzetler sunuyor.

Flame Cuisine "Bennu"
İncelikli Detaylar, Şömine Ateşi, Sanata Değer Veren Ambiyans…

Bennu’nun özenle tasarlanan dekorasyonu birbirinden çarpıcı detayları barındırıyor. Loca şeklinde tasarlanan masaların yanı sıra, tek kurgulanan yuvarlak masaları, uzun ziyafet masası ve şömine önünde mutlu anlara kadehlerin kaldırıldığı alanı ile misafirlerini ağırlayan Bennu’nun barı da hem sosyalleşmeye, hem de imza kokteylleri keyifle yudumlamaya elverişli bir şekilde tasarlanmış. 

Flame Cuisine "Bennu"
Güler yüzlü bir karşılama ile misafirlerini ağırlayan Bennu’nun duvarlarını süsleyen tablolar kadar, uluslararası arenada sergileriyle başarılara imza atan heykeltıraş Jake Michael Singer’ın Bennu isimli enstalasyonu da mekanın sanata değer veren bir adres olduğunu ortaya koyuyor. Renkli kadehlerin yer aldığı masalara eşlik eden kütüphane Bennu’ya oldukça şık, bir o kadar da sıcak ve samimi ev hissini katıyor.

İyi Lezzet, İyi Müzik Anlayışı ile Şehrin Yeni Sosyalleşme Adresi…

Flame Cuisine "Bennu"
İyi lezzetlerine eşlik eden iyi müzikleri ve imzalı kokteylleri ile restoran olmanın ötesine çıkarak güzel yemeklerin ardından, kaliteli eğlenceyi de yaşatan Bennu, şehrin ihtiyaç duyduğu tek adreste hem yemek, hem sosyalleşme eksikliğini tamamlıyor. 

Saat 18.00 itibariyle setin başında yerini alan DJ ile Bennu’nun ritmi yükselerek yemeğin ardından eğlenceli saatler yaşanmaya başlıyor. Şehrin koşuşturmacası ve yoğunluğundan uzaklaşarak, yoğun günün ardından güzel lezzetler, iyi kokteyller ve kaliteli müziklerle keyifli molalar vermek isteyenler Bennu’da buluşuyor.

8 Ocak 2022 Cumartesi

Kokuyla başlayan tatlı yolculuk: Şef Yeşim Erol

  Kokuyla başlayan tatlı yolculuk: Şef Yeşim Erol

Röportaj: Hatice Ünal Bilen

Ordu doğumlu. Ama aslen kökleri baba tarafından Tokat’a, anne tarafından İzmir’e uzanıyor. 10 yaşına kadar babasının İl Tarım ve Orman Müdürlüğü görevi sebebiyle Ordu’da yaşadığını anlatan Barry Callebaut Chocolate Academy İstanbul Baş Şefi Yeşim Erol için fındığıyla nam salmış şehrin yeri başka!

Doğup büyüdüğü eve yürüme mesafedeki Sagra fabrikasından yayılan nefis çikolata kokularının bunda etkisi büyük kuşkusuz. Ailenin tek şefi olarak çocukluk hayallerini süsleyen mutfakla ilk ve en güçlü bağlarını da işte tam bu kokular sayesinde kurduğunu söyleyen Erol için koku demek, çocukluktan kalma en büyük miras, en kıymetli hazine demek!..

Nitekim “Gördüklerimizi ve kokladıklarımızı asla unutmuyoruz. ‘Bu tam da çocukluğumda yediğim şeyin tadına çok benziyor’ demez miyiz hep?

Hayatımız boyunca yeni lezzetlere açık olsak da o hafızamıza kilitlediğimiz tadı aramaktan vazgeçer miyiz bir an olsun?” sözleriyle bu görüşünü destekleyen baş şef, Sagra’nın o günlerden bir fındık ezmesinin bir de pralinin tadını unutamadığını anlatıyor.

Yemeği ilk bakarak ve koklayarak yiyor

Tecrübeli pasta şefinin o günlerden hatırında kalan bir detay da, babasının çalıştığı gıda laboratuvarı. Erol’un sözünü ettiği laboratuvar, Ar-Ge faaliyetlerinin yürütüldüğü yeni ürünlerin ve arka arkaya tadımların yapıldığı özel bir çalışma alanı. Evlerine neredeyse yürüme mesafesinde. “Ben de hep o tadımlarda bulunur, bir miktar da yerdim.” diyen baş şefin evden kaçıp kaçıp soluğu babasının yanında alışı da hep bu yüzden!

Kokuyla başlayan tatlı yolculuk: Şef Yeşim ErolYeşim Erol, zaman geçtikçe bu tadımların öyle faydasını görüyor ki, bir yemeğin lezzetini sadece tadarak değil; renk, koku ve dokusunu hissederek anlayabileceğini öğreniyor. Çocuk denecek yaşlarda iki çikolatalı gofret arasındaki lezzet nüansını yakalama becerisi de yine o tadımlar sebebiyle belli ki…

“Şunu seviyorum. Çünkü…” diyebildiği o zamanlarda yemeği ilk bakarak ve koklayarak yediğini dile getiriyor devamında. Bir lezzetin yenmeye değer olup olmadığına önce bakarak, ardından da koklayarak karar verdiğini anlatan baş şef için üstelik bu kural bir tek pastalar ve çikolatalar için işlemiyor. Mevsimlik sebzelerle pişmiş bir yemeğin eve yayılan kokusu bile, tarafından birkaç saate hazırlanacak ziyafetin habercisi olabiliyor.Felsefe okuyor çünkü…

Peki ya eğitimi? 

Anne ve babasının meslekleri gereği ilköğrenimini Anadolu’da tamamladığını söyleyen Türk mutfağı şeflerinden Yeşim Erol, ortaokul ve liseyi İzmir’de okuduktan sonra yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünde tamamlıyor. 

Lezzet dünyasına bu kadar yakınken nasıl oluyor da yönünü felsefeye çeviriyor, merak etmiyor değilim. Lise çağlarında içe dönük, etrafıyla değil, kendiyle konuşmayı tercih eden, içinden düşünmeyi, anlamayı, peşine düştüklerini çözümlemeyi seven biri olduğunu anlatan Erol, çok soru sorarken, bulduğu cevapları zihninde çektiği fotoğraflarla kaydetmekten ve en çok da düzenlemekten duyduğu büyük hazdan bahsediyor. Anlattığına göre, felsefe bölümünü de o dönemki ihtiyaçlarına tam olarak cevap verdiği için seçiyor ve bu sayede bir bakıma İstanbul hayaline de kavuşuyor…

İstanbul’da okurken büyükşehrin sunduğu farklı opsiyonların ve fırsatların farkına varan Erol, “İstanbul Üniversitesi gibi köklü bir eğitim kurumunda felsefe okumak çok kolay değildi. Bunu yapabiliyorsam, şunu neden yapmayayım dediğimde henüz 18 yaşındaydım.” telkinleri ve biraz da yakın çevresinin verdiği cesaretle pastacılık kariyerinin başlangıcı için ilk adımları atıyor. 


İlk gençlik yıllarından beri hep seyahat eden, özgür çalışan, araştıran ve hızlı hareket eden bir kadın olmayı hayal ettiğini dile getiren Erol, bu ideallere giden tek yolun ise sadece mutfaktan geçtiğini anlıyor. O pastane mutfağında ilk ne yaptığını anımsamıyor ama ne ile yaptığının değeri dün olduğu gibi bugün de paha biçilmez bir kıymete sahip onun dünyasında. 

Elleriyle yaptığı her şeyi çok tatmin edici bulduğunu anlatan baş şef, devamında eskilerin mutfak ustalarını anımsatarak, geçmişte sadece ellerle yapılan her bir şeyin ne kadar lezzetli olduğundan bahsediyor. Nitekim elin lezzetine inanan şeflerden biri o. Yemekte süreyi, akışı kontrol gücüne sahip bir orkestra şefi onun için eller… Lezzetin patronu… Ne var ki deneyim ve beş duyunun gücü de eli kuvvetlendiren unsurlardan onun için.

Bir dönüm eşiği olarak, Marry Şef…

Kokuyla başlayan tatlı yolculuk: Şef Yeşim Erol
Hemen herkesin bir dönüm eşiği var bu hayatta… Barry Callebaut Chocolate Academy İstanbul Baş Şefi Yeşim Erol’unki ikinci bir dil öğrenme sevdasıyla Amerika’da geçiyor bu eşiği. Altı aylık dil eğitiminin ardından Collage of Lake County Yeme İçme Yöneticiliği programına katılıyor ilk. Üç yıl boyunca aldığı mutfak ve işletme eğitiminin bir parçası olarak stajını Marriott Lincolnshire’da asistan olarak yapıyor. Bunu ilk esas işi olarak tabir ediyor, Erol. 

Marriott mutfağına sıcak bölümden giriyor ama noktayı da pastanede koyuyor.

Başarılı şef Yeşim Erol’un kariyerinde bir dönüm eşiği olarak gördüğü Marry Şefi ile tanışması tam da bu döneme rastlıyor. Erol’u en çok, Marry Şef’in sahip olduğu güçlü kadın modeli etkiliyor. O dönem Amerika’nın en iyi Fransız pastacılık okuluna kaydolmasında da şefinin payı büyük. Sözünü ettiği üzere, Erol, bu sayede hem okulun sahipleri hem de yönetici-eğitmen şefleriyle tanışma fırsatı buluyor. Cebinde okul parasının dörtte bir kadarı bile yokken gözü kapalı atıyor sözleşmeye imzayı. Bunların hepsi aslında, onundan ağzından, ‘tamamlandığını hissetmek, uzmanlaşacağı alanı belirlemek ve pastacı kimliğine erişmek’ gayesiyle atılan adımlar…

Pastacılık sanatının ilk altın kuralı, disiplin Yeşim Erol için.

Hazırlığın her bir adımına gereken saygı ve özeni göstererek süreci tamamlamak. Temizlik ve titizlik ise bir diğer kural. Yeni nesile bir gönderme de yaparak, temizliği günün sonunda yapılan bir iş olarak tanımlamaktan imtina ederek, ‘yaptıkça temizle’ prensibine sadık çalışmayı tavsiye ediyor.  Bir görevi tamamlarken ‘yap, temizle, düzenle, yenisine başla’ sıralamasıyla hareket etmeyi alışkanlık haline getirmek sözünü ettiği.Callebaut ile ilk flört

Kokuyla başlayan tatlı yolculuk: Şef Yeşim Erol

Ordulu çikolata ve pasta ustası Yeşim Erol, 18 aylık programın bir parçası olarak ikinci stajını ise, Chicago’daki Sofitel Hotel’in mutfağında yapıyor.

Şef Peter Rios ve altı kişilik mutfak ekibinden o kadar çok şey öğreniyor ki, ‘benim esas okulumdur’ dediği o tecrübenin ardından gerçek hayat senaryosu denebilecek bir mutfağın içine girmenin kendisini ne kadar çok pişirdiğini kavrıyor. İlk yılın sonunda Atlantik City’de yapılan çikolata yarışmasında şefine asistanlık ettiğinden bahseden Erol, gümüş madalyayla döndükleri o süreçte planlamayı, sistemli çalışmayı, sıkılmadan tekrar etmeyi, bir ekibin parçası olmayı ve bunu yaparken de kendini nasıl geliştirebileceğini öğrendiğini anlatıyor.

Sofitel’de çalışma esnasında kişisel sebeplerle Türkiye’ye dönme kararı alan Erol, 2005’in başlarında ilk olarak yaklaşık 10 yıl boyunca Beyaz Fırın’da ustabaşılık yapıyor.

Akabinde Emirgan Sütiş Grubu altında Espresso Lab’ın sıfırdan kurulumu için el sıkışarak mutfak koordinatörlüğü görevini üstleniyor. Ardından Doğuş Holding kanalında D.ream Grup Üretim Müdürlüğü görevine getirilen Erol’un Barry Callebaut ile flörtü işte tam da bu süreçte başlıyor. Markanın yeniden yapılanma sürecinin tamamlanmasıyla D.ream mutfaklarına veda ettiğini söyleyen Erol, 2019 yılı başında Barry Callebaut’a transfer oluyor.“Hayatımda sadece Callebaut ürünleri oldu”

Elbette bu yakınlaşmanın ilk temellerinin atıldığı yıllar, Yeşim Erol’un Chicago’daki eğitim yıllarına dayanacak kadar eski.

180 yıllık çikolata ve kakao markası Barry Callebaut ile tanışma hikayesinin öncesine de kısaca değinen Baş Şef, Cacao Barry ve Callebaut ürünleriyle ilk kez pastacılık eğitimi aldığı French Basic School’da tanıştığını anlatıyor ve şöyle ekliyor: “Ben aslında ne zaman ki pastacılıkla ilgili profesyonel bir eğitim almaya başladım, o andan itibaren markayla da tanışmış oldum. Sonrasında bu çalışmalar pek çok otel ve işletmede devam etti. Tabii ki farklı çikolata markalarıyla da çalıştım. Fakat kişisel olarak yönlendirdiğim ve karar verdiğim aşamalarda hayatımda sadece Callebaut ürünleri oldu.”

Kokuyla başlayan tatlı yolculuk: Şef Yeşim Erol
Neden Barry Callebaut sorusunun yanıtını baş şef ile irdelemeye devam ederken, bu uzun soluklu teşrik-i mesainin de sebepleri bir bir gün yüzüne çıkıyor. Deneyimli Baş Aşçı, en başta markanın profesyonel şeflere sunduğu standart çalışma şansının çok önemli olduğunu vurguluyor. “Biliyorum ki Barry Callebaut’un çikolatasıyla nerede çalışırsam çalışayım aynı standartta uygulayabileceğimi biliyorum. Örek vermek gerekirse: dünyanın neresine gidersem gideyim aynı sıcaklık ve ortamda Barry Callebaut çikolatası her uygulama için aynı tepkimeyi verecektir. 

Bu da size reçetenizi dünyanın her yerinde aynı şekilde uygulama olanağı sunar. Bu biz şefler için büyük önem taşıyor.” diyen Erol için markayı cazip kılan bir diğer özellik ise, çikolatanın sahip olduğu eşsiz lezzet harmanı.

Varsa yoksa inovasyon!

Baş şefin anlattıklarından Belçika kökenli çikolata markasının lezzet harmanı konusundaki uzmanlığında çok ciddi bir Ar-Ge çalışmasının olduğunu anlıyorum. Fabrika ve akademiler olmak üzere iki ayrı kategoride yürütülen çalışmalardan söz eden Erol, toplamda 25 akademiyi içine alan Ar-Ge faaliyetlerinin müşteri bazlı inovasyon ve trendleri kapsarken, fabrika tarafında ise markanın baz ürün üzerindeki çalışmaları içerdiği bilgisini paylaşıyor. Gelirinin yüzde 40’ı inovasyon temelli olan Barry Callebaut’un, 13 yıllık Ar-Ge çalışmaları sonucunda sektöre kazandırdığı dördüncü tür Ruby çikolata da markanın bir inovasyon ürünü aslında.

Kokuyla başlayan tatlı yolculuk: Şef Yeşim Erol
Barry Callebaut olarak, özellikle otel sektöründe açık ara en çok kullanılan bir marka olduklarına vurgu yapan Yeşim Erol’a markanın önümüzdeki dönemde pazara sunmaya hazırlandığı sürpriz ürünleri olacak mı diye soruyorum. 2021 yılında Amerika’da lansmanı gerçekleşen, dünyada ise 2022’de görücüye çıkacak olan yeni bir inovasyon ürününün müjdesini veren Erol, Wholefruit Chocolate adındaki ürünün sürdürülebilirlik vurgusuyla öne çıkacağının altını çiziyor. Kısa bir tabirle kakao çekirdeğinin tamamı kullanılarak üretilen yeni nesil bir çikolata türü şefin bahsettiği.

Görselliği ne kadar kuvvetli olsa da, lezzetten nasibini almamış bir tatlının Yeşim Erol’un mutfağında yeri yok! ‘Önce lezzet!’ vurgusu yapan baş şef; çok fazla işlenmemiş, lezzet, koku ve doku kaybı olmaksızın doğal kalabilen, toplasanız malzemesi üçü geçmeyen tatlıları deneyimlemeyi seviyor. Fransız mutfağından pate a choux ve milföy ile hazırlanan tatlılar ise şefin tadına doyamadıklarından.

Hızlı, enerjik, çözüm odaklı

Yeşim Şef’i biraz daha yakından tanıtmak istiyorum. ‘Kesinlikle hızlı, fazla enerjik, sabah insanı’ kendi anlatımıyla. Sabah erken kalkmayı, hızlı hareket etmeyi, tamamlamayı ve eksik bırakmamayı seven biri, Yeşim Erol. Kendince bunu söylemekten çok gurur duymasa da; fazla sonuç odaklı, sonuca hızlı gitmeyi, hızlı geri dönüş almayı seven bir yapısı var. 

Bir o kadar da çözüm odaklı bir şef. Mutfaktaki en kötü senaryolara karşı her an yedekli, ikinci bir planı olmadan tek bir adım dahi atmayı yeğlemeyen. Kişisel yaşamı gibi çalışma hayatında da iyi ilişkilerin, iletişimin ve bağlantıların gücüne inanan Erol için profesyonel hayatta ne istediğini bilmek, emin olmak ve bulmak, mesleki hazinelerden birkaçı. 

Kokuyla başlayan tatlı yolculuk: Şef Yeşim Erol
Kişinin her sabah kendini yüzde 100 motive eden gücün farkındalığıyla uyanmasının kıymetine dikkat çeken sözlerinde “Ben şanslıydım çünkü ne istediğimi ve ne yapmak istediğimi çok iyi biliyordum. 50-60 yaşıma da gelsem, motivasyon ve enerjimi düşürmeden var olmak istediğim yegane yer, hep mutfak olacak.” ifadelerini kullanan tecrübeli şefin bahane üretmekten imtina ettiği tek yer mutfak altını çizdiği üzere. Tanımlamak ise, şef için ikinci önemli adım. 

“Evet siz mutfağı çok seviyorsunuz ama ayakta beklemeyi sevmiyorsunuz. Geçmiş olsun, hiç başlamadan biter o sevda. Çünkü zamanımızın çok büyük bir kısmı ayakta ve hareket ederek geçiyor. Tanımladığınız şeyin sizin karakterinize ve normal gündelik hayatınızı ne kadar fit ettiği önemli.” diyen Yeşim Erol’a son olarak gelecek ideallerini ve planlarını soruyorum.

“Ben hazır asker olmayı, hızlı hareket edip çok çalışmayı seven biriyim. Hangi platformda olursa olsun bu devam etsin istiyorum. Ama tabii çikolata ve pasta her zaman hayatımda oldu, olmaya da devam edecek. 

Barry Callebaut ve Çikolata Akademisi’nin kariyerimde ulaşabileceğim en yüksek mertebe olduğunu düşünmüşümdür hep. Hala da öyle olduğunu düşünüyorum.” diyen Yeşim Erol, Barry Callebaut gibi global bir markayla çalışmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “Ben kendimi çok şanslı buluyorum. Hem kalite hem de ekipman anlamında çok güzel bir mutfağımız var. Daim olsun diyorum.” sözleriyle veda ediyor.

Kaynak: hotelrestaurantmagazine.com

Et Nedir? Et Çeşitleri Nelerdir? Et'in Özellikleri...

  Et Nedir?  Et Çeşitleri  Nelerdir? Et'in Özellikleri... Türk aşçı haberleri ve güncel mutfak haberleri olarak aşçılık kütüphanesinde &...