30 Mayıs 2021 Pazar

Osmanlı'da Ekmek Nedir?

 Osmanlı'da Ekmek Nedir?

Pro. Dr. Mustafa Aytar

Türkçe “ekmek” diye adlandırdığımız vazgeçilmez yiyeceğimiz Türkçe kökenli bir kelime olup, aslı “etmek”tir. Ekmeğe Alman dilinde brot, Fransız dilinde pain (m), İngiliz dilinde de bread adı verilir. Ekmek ülkemizde ayrıca çeşitli yörelerde değişik isimlerle de anılır.Ekmeğin tarihine göz attığımızda medeniyetlerin tarihi kadar eski olduğunu görürüz. Ekmek, insanoğlunun bilinen en eski, en temel ve önemli gıda maddesidir . Kabul gören en eski hikayeye göre, ateşin bulunuşunun ardından ilk insanlar su ile ıslatılmış ve kendi haline bırakılmış buğday kırmasında gözeneklerin meydana geldiğini görmüşler ve gözenekli kütleyi sıcak taşlar üzerinde pişirdikleri zaman lezzetinin iyi olduğu ortaya çıkmıştır.

Osmanlı mutfağı ve oradaki ekmek konusuna göz attığımızda, Osmanlı Devleti’ nde Saray Mutfağının Matbah-ı Amire veya Matbah-ı Hümayun olarak anıldığını görmekteyiz. İstanbulun fethinin ardından Fatih Sultan Mehmet Döneminde inşa edilen Topkapı Sarayında yemekler Matbah-ı Amire’de pişirilirdi. Tarihimizde Osmanlı Saray mutfağı padişahın yemeklerinin yapıldığı özel bölüm ile saray halkının yemeklerinin yapıldığı küçük bölüm olarak ikiye ayrılmıştı. Sarayda mutfak işlerine bakan kişiye Matbah-ı Amire Emini denir ve bu kişi Hacegan rütbesini taşırdı. Matbah-ı Amire’ de her gün 4-5 bin kişi için yemek hazırlanır, resmi günlerde ise bu sayı 15 bine kadar çıkardı. 

Osmanlı'da Ekmek Nedir?Topkapı Sarayı’ ndaki mutfak ikinci avlunun sağ tarafını boydan boya kaplardı. 20 büyük bacaya sahip bu mutfak sarayın 5.250 m2’lik bölümünü oluştururdu. Asıl mutfağın dışında kilerler, görevli koğuşları, çeşme , cami ve hamamdan oluşan bu komplekse avludan açılan 3 kapıdan girilirdi : Aşağı Mutfak Kapısı, Has Mutfak Kapısı ve Helvahane Kapısı. Aşağı Mutfak Kapısı’ ndan öncelikle Matbah-ı Amire Emini’ nin, Kilercibaşı’ nın, katiplerin odalarının bulunduğu İdari Bölüme girilirdi. Burada ayrıca erzakın saklandığı Kilar-ı Amire de bulunurdu. Has Mutfak Kapısı’ ndan ise asıl mutfak bölümüne girilirdi.

Bugünkü anlamıyla dünyadaki ilk gıda standardı  1502 yılında Bursa’da II.Beyazıt tarafından yürürlüğe sokulan Kanunname-i İhtisab-ı Bursa’dır. 

Standardın bugünkü anlamında algılandığını gösteren yazılı en eski belge olarak Dünya tarihinde geçen  Bu belgede kalite, boyut, ambalaj gibi konularda standartlar tespit edilmiş, narh ve ceza hükümlerine de yer verilmiştir. Bugünkü standardizasyon sistemine benzeyen bir sistem tesis edilmiş, tuz, ekmek, sebzeler, et, yumurta, süt, yoğurt, peynir, tekstil ve deri ürünleri gibi çeşitli maddelerin özellikleri standardize edilmiştir.  Bu düzenlemede içinde ekmeğin ağırlığı ve üzerine konulacak susam miktarı bile bulunmaktaydı. Buna uymayanlar da ciddi cezalar alırdı. Tarihi  Osmanlı'da Ekmek Nedir dediğimizde “Kanunname-i ihtisabı Bursa” fermanıyla halkın ekmeğine karşı verilen devlet güvencesi sadece Bursa’da değil bütün Osmanlı sınırları içinde uygulanmıştır.

İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed İstanbul belediye başkanlığına tayin ettiği Hızır Bey Çelebinin ilk icraatı; ekmekçi esnafı temizliğe son derce riayet edecek, hamura asla hile karıştırılmayacak, çıkarılan ekmekten hiç kimsenin şikayetçi olmamasını temin etmek olmuştu.

İstanbul Kadısı’nın hazırladığı 1680 tarihli esnaf nizamnamesinde, çiğ, kara, ekşi ve noksan ekmek ve çörek üretenlerin 1 akçe ceza ödemekle yükümlü oldukları belirtilir. Ayrıca, fırıncıların elekleri sık olmalı, ekmek kepekli olmamalı, börekçiler etli börek yapımında koyun eti kullanmalıydı; böreğin soğanının çok ve etinin az veya içinin boş olması yasaktı.

Ekmekçi esnafı isim ve unvanıyla tespit edilirdi. Ekmekçilik yapmak için mutlaka bir kefil bulması gerekirdi. Kefilsiz ekmekçilik yapılamazdı. Ortaya ekmek ile ilgili bir suç çıktığında kefilleri de sorumlu sayılırdı. Canı isteyen, istediği zaman bu mesleği bırakamazdı. Ancak sahibi bulunduğu ekmekçi ve fırın gediğini kadı huzurunda bir başkasına satabilirdi. Fırıncı, fırınını hiçbir sebeple kapayamazdı. Cezalar ise ağırdı. Eksik ekmek çıkaranlar, para cezasının yanı sıra, fırının önünde kulağından duvara mıhlanır veya halkın önünde, sokakta yere yatırılıp falakayla cezalandırılırdı. 

En başta mutfak tarihimizde ekmek ve buğdaydan elde edilen un saray mutfaklarına büyük miktarlarda tedarik edilmekteydi. Eski dilde “nan” olarak adlandırılan ekmek saray fırınlarında yapıldığı gibi hazır olarak da alınırdı. Tüketilen ekmekler değişik cins ve kalitedeki unlardan üretilirdi. Saf ve beyaz ekmek “nan-ı hass” sultanın ve sarayın önde gelenlerin sofrasını süslerken, daha düşük kalite undan üretilen beyaz veya siyah ekmekler “nan-ı aziz”, “nan-ı adi” veya “somun” diğer saray halkına verilirdi. 

Osmanlı'da Ekmek Nedir?
Ekmekler gibi değişik cins ve kalitedeki unlar saray mutfaklarında tüketilirdi: has un “dakik-i hass”, İstanbul unu “dakik-i Asitane”, Beykoz unu “dakik-i Beykoz”, Rusya unu “dakik-i Rusya”, kadayıf unu “dakik-i kadayıf ” olarak adlandırılırdı. Saray ekmekçilerine Habbazin-i Hassa denilirdi. Ekmekçibaşı’nın yönetiminde çalışırlar ve pişirici, hamurkâr ve elekçilerden oluşurlardı. Fodlacılar (pideciler) ayrıydı. Padişaha verilen ekmekler has ekmek, Beç ekmeği, yeni börek, yağlı halka, simit, pide, mirahor ekmeği, imam ekmeği, yuka ekmeği, beç poğaçası, nohut ekmeği ve şekerli ekmek idi. Sarayda değişik türlerde ekmek pişirilirdi.

Buğday, Osmanlı döneminde de devlet tekelinde olmaya devam etti. İstanbul’un günlük ekmek ihtiyacı için gerekli buğday, un vs. temini, devletin en önemli işlerindendi. Buğday devlete ait ambarlarda depolanır, satış fiyatı devlet tarafından saptanırdı. Un emini Un Kapanı’ndaydı. İmaretler, ulema, kışlalar ve kent fırınları için gerekli olan un buradan temin edilirdi.” Eremya Çelebi Kömürciyan ise , 17. yüzyılda İstanbul Tarihi adlı kitabında şu bilgileri vermektedir: ...Kırım, Kefe, Varna, Köstence, Burgaz’dan buğday yüklü gemiler, yüklerini Un Kapanı rıhtımında boşaltırlar ... 

İskele darı, arpa ve buğday yığınlanyla doludur ... 110 kadar fırında halkın ekmeği pişirilir. Hepsi de Ermeni olan ekmekçi ustaları pazar ve cumadan başka, her gün erkenden loncada hazır bulunurlar. Çörek, kata, kadayıf, baklava, simit, gevrek, peksimet, Halep ve Şam böreği, gözleme, francala için gerekli un buradan alınır ... 

Osmanlı'da Ekmek Nedir?
Binlik konaklar, eski ve yeni padişah sarayları için yapılan has ekmeğin buğdayı dışında ekmek buğdayı buradan temin edilir. Evliya Çelebi, dönemindeki ekmekçi esnafını 999 dükkân ve 10.000 nefer olarak kaydeder ve en has francala ekmeğinin Galata ile Tophane fırınlarında yapıldığını aktarır. Yeniçerilerin ekmeği Şehzade Camii karşısında, yeniçeri kışlası ile acemioğlanları kışlası arasında bulunan büyük fırında pişerdi ve bu ekmeğe “tavın” denirdi. Siyah renkli ve lezzetli olan bu ekmeğe halk arasında “fodla” denirdi. Evliya Çelebi’ye göre bu fırında 300 nefer çalışırdı. Askere ekmek temin edenlere 1863 yılına kadar Ekmekçibaşı denirdi.”

Bizans ve Osmanlı  ortak yemek kültürü açısıdan baktığımızda  ekmek Bizansın da  temel gıdası olduğunu anlaşılmaktadır. Ekmek kelimesi Yunanca anlamı alfabesinin ilk harfi olan a ile başlayan ‘artos’ kelimesidir. Bizans’ta ekmek şehrin valisi ve belediye başkanı görevindeki Eparkh’ın (Epaharkos) nizamnamesi doğrultusunda üretilir. Bir dönem orada insanlara ücretsiz ekmek dağıtılırdı. Ayrıca yine Bizans’ta ekmek almaya gücü yetmeyenler için halka biçimindeki boukellaton ve kalınca dilimlenmiş arpa ekmeği paximad (peksimet) kullanılırdı. İmparator I.Iustinianos (527- 565) sırt çantasında paximadia taşırmış. 

Buna Venedik’te pasimata, Arapça başmat veya baksimat, Hırvatça peksimet ve Romence pesmetten denirdi.Türkler peksimeti iki kere pişirerek suyunu almış galeta ve peksimet şekline dönüştürerek daha uzun süre dayanmasını sağlamıştır. I.Dünya Savaşı’nda ve Kurtuluş Savaşı’nda Türk askerlerinin temel gıdası, peksimet olmuş, suya batırılarak yumuşatılmış ve öyle yenmiştir. Pide ise 15. ve 16. Yüzyılda İstanbul’da yaygın biçimde tüketilen yassı biçimdeki ekmek anlamına gelen pide ve foduladan gelmektedir. Bu sözcüklerin ortaçağ Yunancası’ndaki karşılıkları pitta ve küçük hali olan pitulladan gelir. 

Osmanlı'da Ekmek Nedir?
Daha sonra Ramazan ayının vazgeçilmesi olan pidemize dönüşmüştür.” Osmanlı sarayında ise saray ekmeği has ekmek diye anılır ve has fırın adı verilen fırınlarda pişirilirdi. Halkın kullandığı ekmeğe ise harcı denirdi. 19. yy. da Hollanda’da buğday temeline dayanan maya bulunmuş ve kullanılmaya başlanılmıştır. Orta ve diğer Avrupa ülkelerine ekmek daha sonraları güneyden yayılmıştır. Avrupalılar buğdaydan önce çavdar gibi diğer tahıl ürünlerini kullanmışlar, ancak 15. yüzyılda buğdaydan beyaz ekmek yapımına başlamışlardır. Mikroorganizmaların ve mayanın aktif olarak bilinmesinden sonra ekmek üretimi sanayi dalı haline gelmiştir. 

Yüzyılımızın ikinci yarısına yaklaşırken artık ekmek yapımında modern tekniklerin ortaya çıktığı ve makineleşmenin başladığı görülmektedir. Bir anlamda bu süre içerisinde ekmek sektörünün hızla sanayileştiği söylenebilir. Özellikle A.B.D.’de başlayan makineleşme giderek gelişmiş ve diğer ülkeler de bunu izlemişlerdir. Bir yandan da ekmek tadının ayrıntılarına girildiği, böylece tüketiciye bol çeşit sunulmağa başlandığı görülmektedir.

Ülkemizde de dünyadaki bu gelişime 1975 yılından sonra büyük önem verilmiş ve İstanbul başta olmak üzere Ankara, Eskişehir, İzmir, Bursa ve Antalya gibi illerde çeşitli tipte ekmek üretimine başlanmıştır. Bugün artık makineleşmiş işletmelerin giderek arttığı ve modern teknikler kullanılarak ekmek üretimini yapıldığı görülmektedir.

KAYNAKLAR

Adar G.: Mutfakta Dört Mevsim. İlkbahar-Yaz. Epsilon Yayınları. I.Baskı. 2004.
Baysal A.,  Över N.: Ekmek Beslenme ve Sağlık Yönünden Önemi. Türk Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar, Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yay.No: 14, s. 40- 49, Ankara,1994
Bozis S.: İstanbul Lezzeti. Tarih Vakfı Yurt Yayınları. II.Basım.2002.
Ceylan A.: Yediğimiz Ekmek. Metro Kültür Yayınları. Gastro Dizisi. 2010;
Dağdeviren, A.l: Tüketim Kültürü. Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu (USAF) Buğday ve Ekmek Kongresi. 2008
Dalbby A., Grainger S.: Antik Çağ Yemekleri ve Yemek Kültürü. Çeviren: Betül Avunç. Homer Yayınları. I.Basım.2001
Kuter,M. İnsan ve ekmek , Besaş Kültür Yayınları, 2010.
Yeyinli N., Köse E.: Akdeniz Diyetinde Tahılların Rolü. 10. Gıda Kongresi. (Celal Bayar Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü).Erzurum. 21-23 Mayıs 2008.
Zubaıda S.; Tapper Richard: Ortadoğu Mutfak Kültürleri.Türk Tarih Vakfı Yurt  yayınları. II.Basım. 2003.

Türk aşçı haberleri olarak Türk mutfağı şeflerinden Yunus Emre Akkor'un ekmek tariflerinide habere ilave etmek istedik...

Osmanlı Mutfağında Ekmek
"Yunus Emre Akkor"

Osmanlı'da Ekmek Nedir?
Sofraların baş tacı ekmek, Osmanlı döneminde de en önemli besin maddesi olmuştur. Ekmeğin "nimet" olarak kabul edilmesi sofradaki yerini her zaman çok farklı kılmıştır.

Osmanlı döneminde buğday, çavdar unu, mısır ve kepekten yapılan birçok ekmek çeşidine rastlamaktayız.  Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Osmanlı ve çevresinde tüketilen 46 çeşit ekmekten bahsetmiştir. Bunlar arasında en sık bahsettiği ve kayıtlarda en çok rastladığımız ekmek türü  "has ekmek " ya da "beyaz ekmek" olarak da bilinen "nan"dır. 

Üstü kızardığı hâlde kabuksuz, beyaz ve yumuşak olan bu ekmeğin bazı zamanlarda üzerine çörekotu ve susam da serpilmiştir. Mutfak narh (kayıt) defterlerinde has ekmeğin hamuruna anason ve rezene suyu katıldığına dair bilgilere rastlamaktayız. Fatih döneminde ise  yapılan has ekmeğin hamuruna eritilmiş kuyruk yağı da kimi zaman ilave edilmiştir.

Osmanlı döneminde, önceleri, ekmekler evdeki fırınlarda yapılırdı. Son dönemlerde Batı geleneklerine olan ilgi ve bazı toplumsal alışkanlıkların değişmesiyle birlikte, evde yapılan ekmeklerin yerini çarşı fırınından gelen ekmekler almaya başlamıştır. 

Bu alışkanlık Osmanlı toplumu tarafından uzun süre yadırganmış, hatta kadınlar kendi aralarındaki sohbetlerde  "Onlar çarşı ekmeği yer" cümlesini kınama maksadıyla kullanmışlardır.

Evde ekmek yapmak günümüz dünyasında popüler hâle gelmiş olsa da aslında yüzyıllar öncesinden bugüne Türk kültürünün en önemli parçalarından biridir. Osmanlı'dan günümüze içeriği fazlasıyla değişse de, ekmeğin soframızdaki yeri her zaman aynıdır.

Osmanlı'da Ekmek Nedir?Bazlama Ekmeği Nasıl  Yapılır?
Bazlama Ekmeği İçin Kullanılan Malzemeler Nelerdir?

*     4 kişilik
*     5 su bardağı un 
*     1 paket maya 
*     3 çay kaşığı tuz 
*     1 su bardağı yoğurt 
*     1 su bardağı su 
*     1 adet büyük boy yumurta 
*     Yarım çay bardağı sıvı yağ

Bazlama Ekmeği Yapılış Tarifi
Beş su bardağı unu yoğurma kabına alın. Yumurta, yoğurt, sıvı yağ, maya, su ve tuzu ekleyerek yoğurun. Nemli bir bez örterek bir saat kadar dinlendirin. Mayalanan hamuru altı ya da sekiz eşit parçaya ayırıp elinizde yuvarlayın. Unladığınız tezgâhta pasta tabağı büyüklüğünde  açın. Açtığınız bazlamaları güzelce unlayıp mayalanması için kenarda 15 dakika dinlendirin. Büyük bir tavayı ocağa koyup ısıtın. Bazlamaları arkalı önlü pişirip dinlendirdikten sonra servis edin.

Has Ekmek Nasıl  Yapılır?
Has Ekmek İçin Kullanılan Malzemeler Nelerdir?

*     5 kişilik
*     1 kilo  un 
*     1 çorba kaşığı tuz 
*     1 küçük paket yaş maya 
*     3,5 su bardağı ılık su 
*     1 çorba kaşığı sıvı yağ 
*     1 çay kaşığı çörek otu 
*     1 çay kaşığı susam

Has Ekmek Yapılış Tarifi:
Unu ve tuzu bir kapta karıştırın. Mayayı ve ardından suyu yavaşça ilave edip  yoğurun. İki saate yakın dinlendirin. Ellerinizi yağlayıp dinlenen hamuru birkaç parçaya ayırıp yuvarlayın. Beş dakika kadar daha dinlendirdiğiniz ekmeklerin üzerine susam ve çörek otu serpin. 180 derece fırında 30-35 dakika pişirip servis edin.

Diyarbakır’da 54 Adet Coğrafi Tescil Bekleyen Ürünümüz Var...

 Diyarbakır’da 54 Adet Coğrafi Tescil Bekleyen Ürünümüz Var...


Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası tarafından Coğrafi İşaret Tescili alan 9 yöresel lezzetin tanıtım toplantısı yapıldı.

DTSO bahçesinde yapılan toplantıya DTSO Başkanı Mehmet Kaya, Diyarbakır Lokantacılar Kebapçılar Ve Tatlıcılar Esnaf Odası Başkanı Haşim Elkaan, DTSO yönetim kurulu üyeleri, yöresel lezzetlere tat veren yemek aşçıları katıldı.

“Hedefimiz ürünlerimizi Avrupa’ya taşıyacak şekilde tescillendirmek”

Diyarbakır’da 54 Adet Coğrafi Tescil Bekleyen Ürünümüz Var...
Yaptıkları toplantının gecikmiş bir lansman toplantısı olduğunu belirten DTSO Başkanı Mehmet Kaya, ”Oldukça iyi bir başlangıç yaptık bu konuda be biz Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası olarak bu işte yalnız başımıza değil, Büyükşehir Belediyesi, Valilik ve Esnaf odasıyla birlikte coğrafi işaretli ürünlerimizi ortaya çıkarmak, bunu tanıtmak, bununla ilgili olarak bunu ticarileştirmek ve bunu Avrupa’ya taşıyacak şekilde tescillendirmek, temel hedefimiz de budur. 

Türk aşçı haberlerinde yayınlana haber göre...

Tabi bunu yaparken hem kültürümüzü koruyoruz, hem geçmişimize saygı göstererek, geçmişte bu topraklarda yaşayan insanların kültürlerine saygı göstererek aldığımız o değerleri de geleceğe taşıyoruz ama bunun en önemli dallarından biri de önemli bir istihdam oluşturmaktır” dedi.

“Geleneksel Türk mutfağında yöresel mutfaklardan Diyarbakır mutfağında 54 adet coğrafi tescil bekleyen ürünlerimiz var”

Diyarbakır’da 54 Adet Coğrafi Tescil Bekleyen Ürünümüz Var...
Bugün burada birçok işletme sahibi bulunduğunu belirten Kaya, “Bugün coğrafi işaretlerden 9 yöresel tescilli yemekler bulunmakta ama burada bulunan insanların 54 adet coğrafi tescil bekleyen ürünlerimiz var.

Bunların bir kısmı askıda bir kısmı inceleme sefasında bunlarla birlikte 2021 yılın sonuna kadar da bunların tescilini alacağız ama biz tescil etme sürecini ilçelerimizde ve kentte insanlarımızla konuşarak, burada halen evlerin mutfağında kullanılan ürünleri tescilleyerek ticarete de kazandıracağız hedeflerimizden bir tanesi de budur” diye konuştu.

Yapılan toplantı, usta şefler tarafından hazırlanan 9 tescilli yemek katılımcılara sunulmasıyla son buldu.

29 Mayıs 2021 Cumartesi

İsviçre’den önce Osmanlı Çakısı vardı. Osmanlı Çakısı Nedir?



 İsviçre’den önce Osmanlı Çakısı vardı. Osmanlı Çakısı Nedir?

Gökhan TURHAN 

Mutfağın Tarihi...

Dünyanın en renkli mutfağına sahip coğrafyamız, dünyanın en eski sofra kültürünü de bünyesinde barındırıyor. Dünyada ilk çatalın eski Bizans dönemine ait olduğu düşünülürse, hak vermemek elde değil. Yıllarımın birikimi olan mutfak ve musluk müzesi de Anadolu’nun bu zenginliğini ortaya çıkarıyor. Geçtiğimiz hafta Türk ekonomi basınının en kıymetli temsilcilerine, bu müzedeki parçaları bazen teker teker bazen de dönem ve bölgelerine göre anlatma şansı buldum.

Ekranların duayen ismi Ali Çağatay, Ekonomist’ten Talip Yılmaz, Aydınlık Gazetesi’nden Recep Erçin, Sabah Gazetesi’nden Metin Can, Dünya Gazetesi’nden İmam Güneş ve Kerim Ülker, İhlas Haber Ajansı’ndan Ömer Kılıç ve 5N1PR İletişim Şirketi’nden Kenan Kaffar’ı konuk ettiğim yaklaşık 5 bin parçalık bu müzede ilk gazlı soba, ilk buzdolabı, Roma, Selçuklu,

Osmanlı Ordu Çakısı Oldu İsviçre Ordu Çakısı!!!
Bizans ve Osmanlı Dönemi’ne ait sofralar, yemek takımları, Sultan 2’nci Abdülhamid’in kahve fincanına kadar pek çok tarihi eser arasından 19’uncu Yüzyıl’a dayanan bir eşya dikkat çekmişti:Osmanlı Çakısı. Rumeli usta işi, gümüş üzeri savat işçilikli bu alette üç dişli çatal, tek tarafı keskin bıçak ve geniş hazneli hareketli kaşık, dikdörtgen yuvaya katlanılarak kullanılmış. Servi motifli bu çakı sizlere İsviçre Çakısı’nı andırıyor değil mi?

Evet, aynen öyle... Üzerindeki Servi motifleri ve işçiliğe bakılırsa sanat tarihçileri bu eserin 150 ile 200 yıllık bir geçmişe ait olduğunu söylüyor. Osmanlı Çakısı’nı gördüğümde aslında Türkiye’de yıllardır var olan sorunla da karşılaşıyorsunuz: Markalaşmak… Coğrafyamızdaki bu zenginliğin farkına varamamak, temel sorunumuz aslında.

2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra keşfedildi

Osmanlı Ordu Çakısı Oldu İsviçre Ordu Çakısı!!!
Bildiğiniz üzere İsviçre Çakısı olarak bildiğimiz çoklu ekipmanlı alet ilk kez, 1884 yılında, Ibach adlı İsviçre köyünde üretildi. Bu çakıyı yapan Karl Elsener, yaşadığı köydeki komşuları için mutfak bıçakları ve çocukları içinde çakıları üreterek bu işe merak saldı. Ardından İsviçre Ordusu’nun çakı alımı yapacağını duyan Elsener, ilk tasarımını ortaya çıkardı. İlk çakıda bıçak, tornavida ve konserve açacağı bulunuyordu. 

Cepte taşıması zor olan ilk tasarımı küçülttü ama işlevini artırdı. Çakıya İsviçre Askeri Çakısı “Schweizer Offizier Messer” adını verdi. Ancak bu aletin küreselleşme süreci İkinci Dünya Savaşı’na kadar bekledi. Savaşın ardından Avrupa’daki ABD askerleri, ülkelerine dönerken hediye olarak bu çakılardan büyük miktarlarda aldılar. Orijinal ismini söylemekte zorlandılar ve ismi İsviçre Ordu Çakısı olarak kalıplaştı. İsviçre’yi kalitenin sembolü haline getiren bu çakının farklı modellerinde törpü, kaşık-çatal, kalem, makas, hatta flash bellek bulmak mümkün…

Osmanlı Ordusu, pratik çatal-kaşık-bıçak setini İsviçre’den neredeyse yarım asır önce kullanıyordu. Ancak dünya ne bu çakıyı tanıdı, ne de duydu. Markalaşmak için güvenmek, kullanmak, pazarlamak ve geliştirmek gerekiyordu. Ancak olmadı. Çünkü Osmanlı Çakısı’nda olduğu gibi markalaşabilmek asırlardır bu toprakların hala en önemli sorunu...

9 Bin 500 Yıllık Peynirin Tarihinde Anadolu Var...

 

Peynirin Tarihinde "Anadolu"9 Bin 500 Yıllık Peynirin Tarihinde Anadolu Var...
"Gökhan TURHAN "

İnsanlık tarihinin 4 kutsalından biri peynir olunca bu haftayı kahvaltı sofrasının vazgeçilmezine ayıralım istedik. Dünyanın en eski işlenmiş ürünlerinden biri olan peynirin tarihi, yazıdan önce başlıyor aslında. 2012 yılında İngiliz Bristol Üniversitesi’nden Richard Evershed’in başkanlığında Polonya’da yapılan kazılarda 7 bin 500 yıl önce; yani M.Ö. 5 bin yıllarına ait 34 kil tablette bulunan elek parçalarının peynir yapımında kullanıldığını ortaya çıkardı.

Vermont Üniversitesi Beslenme ve Gıda Bilimleri Profesörü ve “Peynir ve Kültür” adlı kitabın yazarı Paul Kindstedt ise birçok uzmanın ilk peynirin 9 bin 500 yıl kadar önce günümüz Anadolu ve Libya topraklarında yapıldığı görüşünü dile getiriyor. Ancak somut bir kanıta ulaşılmış değil. İlk yazılı kaynaklar ise M.Ö 2 binli yıllarda Mısır’daki mezar yazıtlarını gösteriyor.

Bu yazıtlarda yapılan tarifteki peynir ise beyaz ve feta çeşidi. Türkiye’de peynir denilince akla ilk gelen şehir olan Kars’taki Kafkas Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Halk Sağlığı Bölüm Başkanı Ufuk Kamber’in “Geleneksel Anadolu Peynirleri” adlı kitabında Herodot, Hipokrat ve Strabon’un ilk peyniri İskit Türkleri tarafından işlendiğini işaret ettiğini ifade ediyor.

Günümüz Orta Asya coğrafyasında yaşayan İskit Türkleri, peynirin ekşitme yöntemiyle kısrak sütünden elde edildiğini ifade ediliyor bu eserde. Aristo, kısrak ve eşek sütü katılarak yapılmış Frigya; Ksenophon, Peloponez’in keçi sütünden yapılmış peynir çeşitlerinden bahseder.

Kraliçeye Nikah Hediyesi 1 Ton Çedar Peyniri

Dünyada Peynirin tarihi aslında kronolojinin de dışında ilginçliklerle dolu. Örneğin ABD’deki Wisconsin Eyaleti yasaları, 1935-1937 yılları arasında restoranların her yemeğin yanına peynir servisi yapmalarını zorunlu kılıyordu. 1819-1901 yılları arasında yaşayan İngiltere Kraliçesi Victoria’ya düğün hediyesi olarak 1 tonluk dev bir çedar peyniri tekerleği hediye edilmiş. 

Yine İngiltere’de Cooper’s Hill Peynir Yuvarlama Festivali 200 yıldır geleneksel hale gelmiş durumda. Dünyada gastronomi araştırmalarında İlk peynir fabrikası 3 Şubat 1815’te İsviçre’de kurulurken, ilk peynir bankası ise İtalya’da parmesan için kurulmuş.

Tabii bu bankanın 3 kez soyulduğunu da unutmamak gerek. Dünya üzerinde kimilerine göre bin, kimilerine göre ise 2 bin çeşit peynir var. En fazla çeşitlilik ise Fransa’da. Hatta peynirler ülkesi olarak anılıyor Fransa bu çeşitlilikten dolayı. 300 çeşit peynir, ülkedeki çeşitliliğin de sembolü. Hatta Fransa’nın ünlü başkanı Charles de Gaulle’ün ülkeyi anlatırken “246 çeşit peyniri olan bir ülkeyi kim, nasıl yönetebilir?” sözü bunun da ispatı aslında.

193 Çeşit Peynirimiz Var 9’U Tescilli

Peki, Türkiye’de durum nasıl? Türkiye’de 193 çeşit peynir olduğu düşünülüyor. Bunun sadece 9’u tescilli. Hemen hemen her kentin kendine özgü çeşidini bulmak mümkün peynir reyonlarında. Zion Market Research şirketinin, “Peynir Pazarı- Küresel Endüstri Perspektifi 2016-2022” raporu, dünyada peynir ticaretinin 2022 yılında 124 milyar dolara ulaşacağını öngörüyor. Türkiye, peynir ülkesi. Anadolu peynirin tarihine sahip. 

Ancak ne yazık ki üreticilerimiz, şirketlerimiz yurtdışında yeteri kadar desteklenmiyor, cesaretlendirilmiyor. 193 çeşit peynirden 9-10 tanesinin tescil etmek, bunun göstergesi değil mi? Hatta peynir için gerekli olan maya ve enzimlerini üretememek ve milyonlarca dolar ödeyerek ithal etme zorunda kalmak… Türkiye, bir peynir ülkesi olabilir. Bunun için de sözde değil, özde destekleri konuşmamız lazım. Zira atalarımızın dediği gibi, “Lafl a peynir gemisi yürümüyor…”

İngiltere’de Cooper's Hill Peynir fuar ve festivallerden Yuvarlama Festivali, 200 yıldır geleneksel hale gelmiş durumda. Bu sporda silindir şeklindeki Double Gloucester peyniri bir yokuştan aşağı doğru yuvarlanıyor. Sporun amacı ise aşağıya doğru yuvarlanan peyniri, bitiş çizgisine yaklaşmadan yakalamak.

Kadın Mutfak Şeflerinin Başarı Hikayeleri...

 Kadın Mutfak Şeflerinin Başarı Hikayeleri...


Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün hayata geçirdiği “Dijitalleşme ve Pandemi Sürecinde Sosyal Bilimler Panelleri” kapsamında “Dijitalleşen Kadın Şefler ve Profesyonel Mutfakta Kadın” başlığı altında kadın şeflerimizin bilgi ve deneyimlerine yer verildi.

Moderatörlüğünü Düzce Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yıldırım Yıldırım’ın yaptığı panelde; TV8 MasterChef 2020 Yarışmacısı Şef Esra Tokeli, MasterChef 2019 Yarışmacısı Şef Güzide Mertcan ve Şef Özlem Mekik, bilgi ve deneyimlerini katılımcılarla paylaştı.

Panelin açılış konuşmasını gerçekleştiren Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Zafer Akbaş, katılımcıların yararlanacağı son derece faydalı bir program olacağına inandığını belirterek, programa emek veren herkese ve misafir konuşmacılara teşekkür etti.

Panelin ilk sunumunu gerçekleştiren gastronomi haberlerinde sıkça rastladığımız Şef Özlem Mekik, eğitimin önemine değinerek, okul bittikten sonra iş hayatı sürecinde de aşçılık mesleğinde eğitimin devam etmesi gerektiğinin altını çizdi. Şef olmak için çalışma isteğinin yanında, iyi bir matematik zekasına ve az da olsa kimya bilgisine ihtiyaç olduğunu dile getiren Özlem Mekik, kişilerin kendileri için rol model alabilecekleri bir lider seçebileceklerini ifade etti.

Gastronomi ya da mutfak işleriyle uğraşan kişilerin her zaman özverili olmak zorunda olduklarını söyleyen Özlem Mekik, şeflik mesleğinin sadece yemek yapmakla sınırlı olamayacağını, ürünlerin doğadan mutfağa gelme serüvenin de bilinmesi gerektiğini vurguladı.

Kadın Mutfak Şeflerinin Başarı Hikayeleri...
Geleneksel Türk mutfağı şeflerinden Şef Güzide Mertcan ise yaptığı konuşmasında; kadın isterse her şey yapabileceğini ifade ederek, kadınları kenara itmeye çalışanların olabileceğini; ancak kadınların bu durum karşısında asla pes etmemeleri gerektiğini söyledi.

Hiç kimsenin kendilerini hafife almalarına izin vermemelerini isteyen Mekik, “İş bulamam diye korkmayın. Önümüz derya deniz, asla işsiz kalmazsınız. Eğer sizi hafife alan bir işyeri varsa orada durmayın. Size değer veren yerlerde çalışın.” ifadelerini kullandı.

Dijitalleşmenin pandemi ile birlikte mesleğe 10 yıl erken geldiğini söyleyen Güzide Mertcan, günümüzde insan olmadan üretim yapabilen dijital mutfaklar olduğunu; ancak bunun kendi işlerini engellememesi için, kişilerin kendilerini geliştirerek yeni şeyler üretmeye hazır halde olmaları gerektiğini vurguladı.

Panelin son sunumunu yapan  Kadın Mutfak Şeflerinden Şef Esra Tokelli, yaptığı konuşmasında; isteyen herkesin çalışarak her türlüğü zorluğun üstesinden gelebileceğini ifade etti. Sürekli araştırma içerisinde olunması gerektiğini vurgulayan Esra Tokelli, günün ihtiyaçlarına cevap verebilecek yenilikleri takip ederek hayata geçirmenin önemine değindi.

Katılımcıların ve moderatör Doç. Dr. Yıldırım Yıldırım’ın sorularını da yanıtlayan konuşmacılar, kendi başarı hikayelerinden kısa kesitler anlatarak katılımcılara ilham kaynağı oluşturdular. Kendilerine gösterilen ilgiden dolayı duydukları memnuniyeti dile getiren panelistler, tüm katılımcılara teşekkür ederek sunumlarını sonlandırdı.

Kamu Kurumu Aşçı Alımı İçin İş İlanlarında Son Gün Ne Zaman?

 Kamu Kurumu Aşçı Alımı İçin İş İlanlarında Son Gün Ne Zaman?


Kamu kurumu aşçı alımları ne zaman? Kamu kurumu aşçı alımlarında başvuru şartları nelerdir? Kamu kurumunda ihtiyaç duyulan aşçılar hangileridir? Kaç tane aşçı alınacak? Aşçı alımları için başvuru belgelerine nasıl ulaşırım. Kamu kurumu aşçı alımlarında aşçılık mesleği hakkında neler sorulacak?

Aşçılık camiasında Aşçı iş ilanların 'a nasıl ulaşırım diyenler için Türk aşçı haberleri olarak sizler için araştırdık. Aşçı alımlarında aşçılık eğitimleri hakında belge istenecek mi?

Kamu kurumu Aşçı alımı için iş ilanları yayınlanmıştır. Kamu personeli alımı iş ilanları bilgilerinde Aydın Kuşadası belediyesi kendi birimlerinde istihdam edilemek üzere Aşçı İş İlanlarında 15 adet Aşçı alımı Yapacaktır.

Aşçı Alımı İçin Başvuru Bilgileri...

Aydın Kuşadası belediyesi Aşçı ilanı son başvuru tarihi 31.05.2021 olarak açıklanmıştır.

Başvuru yapmak isteyen kişilerin aşağıda yazılı olan mail adresine başvuru yapmaları gerekiyor.

ik@aryakusadasi.com.tr

Aşağıda resmi ilanın belgesi bulunmakta.

Lütfen dikkatli bir şekilde inceleyiniz.

Aşçı Alımı İçin Başvuru Genel Şartları Nelerdir? Başvuru Şartları Nelerdir? 

1 – Kuşadası aşçı ilanına başvuracak bütün bay ve bayan vatandaşların Türk vatandaşı olması gerekmekte.

2 - Kuşadası aşçı ilanına başvuru işlemi yapmak isteyen bütün şahısların kamu haklarından mahrum olmaması gerekiyor.

3 - Kuşadası aşçı ilanına başvuracak tüm şahısların affedilmiş olsalar dahi devletin ve ülkenin güvenlik işlemine karşı her hangi bir suç işlememiş olması lazım.

4 - Kuşadası aşçı ilanına başvuru işleminde bulunmak isteyen bütün kişilerin devletin Anayasal düzeni yıkmaya çalışmak ve devletin işleyişine karşı suçlar işlememiş olması gerekiyor.

5 - Kuşadası aşçı ilanına başvuru işleminde bulunmak isteyen bütün kişilerin kadrolar için aranmış diğer başvuru özelliklerini taşıması gerekmekte.

6 - Kuşadası aşçı ilanına başvuru yapacak olan şahısların duyurusu yapılmış olan kadrolar için mezun olunan okullar nedeni ile eğitim şartını taşıması gerekiyor.

7 - Kuşadası aşçı ilanına başvuru işleminde bulunacak olan şahısların Yapılacak olan Güvenlik Soruşturmalarının ve Arşiv Araştırmalarının sonuçlarının olumlu olması gerekmekte.

8 - Kuşadası aşçı ilanına başvuru işleminde bulunacak bütün şahısların yasa dışı örgütlerin propagandasını yapmamış olması gerekiyor.

9 - Kuşadası aşçı ilanına başvuru yapmak isteyen vatandaşların yasadışı örgütler ile eylem birliği içinde bulunmamış olması gerekiyor.

Aşçı Alımı İçin Adaylardan İstenilen Belgeler

1. Kuşadası aşçı ilanına başvuru işleminde bulunacak olan bütün adayların Kimlik kartının aslı ya da kurum tarafından onaylanmak için fotokopisi gerekiyor.

2. Kuşadası aşçı ilanına başvuru işlemi yapmak isteyen bütün adayların Diploma belgelerinin aslı ya da noter üzerinden onaylı örneği ya da e-devlet üstünden alınmış olan barkotlu olan mezuniyet belgesi gerekiyor.

3. Kuşadası aşçı ilanına başvuru yapmak isteyen bütün tüm insanların Yabancı Okullardan mezunların Denklik Belgesinin aslı ya da noter tarafından onaylı örneği gerekiyor.

4. Kuşadası aşçı ilanına başvuru işleminde bulunmak isteyen bütün erkek Aday kişilerin askerlik ile bağı bulunmadığına ait resmi beyanı lazım.

5. Kuşadası aşçı ilanına başvuracak bütün bay ve bayan adayların işlerini sürekli şekilde yapmalarına engel olabilecek bir durumu olmadığına ait resmi beyan gerekmekte.

6. Kuşadası aşçı ilanına başvuru yapacak olan bütün insanların biyometrik fotoğrafı gerekiyor ve bir taneside forma yapıştırılması gerekiyor.

26 Mayıs 2021 Çarşamba

Hem Lezzetli Hem Ketojenik

 Hem Lezzetli Hem Ketojenik


Kilo verme etkisinin yanı sıra doğru uygulandığında sağlık açısından da yararları bulunan ketojenik diyet, Meal Box’ın uzman diyetisyeni ve gurme şeflerinin tarifleriyle çok daha keyifli bir hale geliyor. Diyetisyen desteği ile düzensiz ve sağlıksız yemek alışkanlıklarını değiştiren Türkiye’nin lider paketli yemek markası Meal Box, ketojenik yemek paketiyle yağ yakımını hızlandırmaya böylelikle çok daha kısa sürede hedef kiloya ulaşmaya yardımcı oluyor.

Düşük karbonhidrat, yüksek yağ almaya yönelik geliştirilmiş bir beslenme programı olan ketojenik diyet, doğru tarzda uygulandığında sağlıklı bir şekilde kilo verdirirken, çeşitli hastalıklar için risk faktörlerini de en aza indiriyor. Özel sağlık sorunu olmayan herkes tarafından sürekli veya aralıklarla uygulanabilen ketojenik diyet, Meal Box’ın adrese teslim aboneliğiyle çok daha zahmetsiz bir şekilde doğru kiloya ulaşmaya yardımcı oluyor.           

Meal Box’ın uzman diyetisyeni ve gurme şefleri tarafından hazırlanan ketojenik yemek paketleri, seçilen paket türü, kalori değeri ve gün sayısına göre kişiye özel hazırlanıyor ve  günlük olarak 7:00-8:30 veya 8:30-10:00 saatleri arasında istenilen adrese teslim ediliyor. Meal Box aynı zamanda kişiye, kalorisini hesaplayarak kendine uygun paketi seçme ve online olarak beslenme uzmanına danışma imkanı da sunuyor. 

İştah kontrolü sağlarken hastalıklara karşı direnç kazandırıyor

Ketojenik diyetin diğer diyet programlarına kıyasla etkisini çok daha kısa sürede gösterdiğini ifade eden Meal Box’ın uzman diyetisyeni Yunus Emre Bakırhan; “Ketojenik paketlerimiz ile günlük enerji ihtiyacının %70-80 oranındaki kısmını faydalı yağlardan, %8-15 oranındaki kısmını proteinden ve geri kalanının ise (%2-5) karbonhidratlardan karşılanmasını hedefliyoruz. Keto diyeti, vücuttaki fazla yağların yakılmasını, kan şekeri değerlerinin düşmesini ve insülin duyarlılığının artmasını sağlıyor. 

Böylelikle kişinin sadece doğru kiloya ulaşmasını değil, diyabet, kanser, epilepsi ve alzheimer gibi hastalıklara karşı da daha dayanıklı olmasını amaçlıyoruz. Ketojenik beslenme, doğru uygulandığında iştah kontrolünü sağlamakla birlikte fiziksel ve zihinsel performansı da artıyor. Ketojenik beslenme paketlerimiz kilo vermeyi hedefleyenlerin yanı sıra yoğun iş temposu veya diğer uğraşlar içerisinde doğal, katkısız yiyecekler hazırlayamayanlar için de ideal. Uzun dönemli sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanan kişi, kısa sürede kendi ideal kilosunu buluyor.” dedi.

Az yiyecek içeren lezzetsiz diyet programlarına meydan okuyor

Bakırhan, “Vücudun ihtiyacı olan mineral ve vitaminleri alabileceği diyet yemeklerden oluşan ketojenik paketlerimiz, alışılmışın dışında zengin içerikte, lezzetli menülerden oluşuyor. Gurme şeflerimizle birlikte oluşturduğumuz menülerimiz, sağlıklı yağlar içeren salatalardan kayısılı köfteye, portakallı hindiden harissa soslu fırın brokoliye uzanan bir listeye sahip. Ketojenik yemek paketlerimiz, 1200, 1500, 1800 kalori değerlerine sahip, kahvaltılı ve kahvaltısız olmak üzere iki seçenekten oluşuyor ve 5 günden 30 güne kadar abonelik seçimi yapılabiliyor.”

Meal Box Hakkında: 2014 yılında restoran kalitesinde ev yemeği hizmetiyle yolculuğuna başlayan Meal Box, aldığı yatırımlarla ürün ve teknolojilerini geliştirdik ve 2016 yılında tek öğün yemek hizmetini hayata geçirdi. Mutfak ekipmanı gerektirmeyen ve servis elemanına ihtiyaç duyulmayan sıcak öğle yemeği ve kurumsal yemek hizmetiyle, firmaların yemek maliyetlerini düşürerek, çalışanlara gurme yemek deneyimi sundu. 

2017 yılında “yemek aboneliği” modeline geçiş yaptı. Diyet beslenme alanında yenilikçi, zahmetsiz ve lezzetli bir çözüm geliştirerek Meal Box Fit’i ürün ailesine ekledi. Beslenme alışkanlıklarındaki çeşitliliği dikkate alarak “Meal Box’ta herkese uygun seçenek var!” diyerek özel beslenme aboneliklerini hayata geçirdi. İyi Yaşam Aboneliği ile sporu, sağlıklı beslenmeyi ve diyetisyen hizmetini tek abonelikte topladı. 

Bugün Meal Box, İstanbul’da sıcak gurme öğle yemeği, kurumsal taşıma yemek, diyet (fit) beslenme paketleri, protein ağırlıklı beslenme paketleri, etkinlik/organizasyon yemekleri çözümleri ile faaliyet gösteriyor.

25 Mayıs 2021 Salı

Tatlara Tat Katan Kabuk: Tarçın (Osmanlı Mutfağındaki Yeri)

 


Tarçının Osmanlı Mutfağındaki Yeri


Tatlara Tat Katan Kabuk: Tarçın (Osmanlı Mutfağındaki Yeri)
Osman GÜLDEMİR* 
Nermin IŞIK**

Asırlarca hükmettiği coğrafyadan kültürüne bambaşka değerler katan Osmanlı, mutfak kültüründe de gerek pişirme yöntemlerinin farklılığı, gerekse kullanılan malzemelerin çeşitliliği ve yemekler içersindeki kullanımlarıyla oldukça dikkat çekmektedir.

Çalışmada; defnegillerden, genellikle Asya’nın güneyinde yetişen ve değişik türleri bulunan bir ağacın (cinnamomum), içinde kokulu bir yağ bulunması sebebiyle bahar olarak kullanılan kabuğu olan tarçın, merkeze alınarak Osmanlı yiyecek ve içecek kültürünün değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Literatürde bahar odaklı derlemelerin azlığı önemli görülerek; Osmanlı’da tarçının yeri yazılı kaynaklardan derlenmiştir ve sonuç olarak: kırmızı etlerden, balıklara; çorbalardan pilavlara; şerbetlerden, tatlılara kadar birçok grupta yer alarak, bu esanslı kabuğun Osmanlı halkının yaşamına tat kattığı, olmazsa olmazlardan olduğu belirtilmiştir.

Elde edilen bilgilere yenileri eklenerek, uygulanabilecek tariflerin güncellenmesi, fotoğraflanması ve beslenme açısından değerlendirilmesi gelecek çalışmalara konu olabileceği düşünülmektedir.

Giriş
“...Fülfülün, tarçının, sandalağacının, zencefilin, kişnişin kokuları birbirine karışıp birbirine dolanarak mutfağın heybetli kubbesi altında asılı kalırken, ...”1

İspanyol yazar Laura Esquivel’in2 kitabında, mutfak tasvirinde, evrenin esasını oluşturan dört element; su, hava, toprak ve ateşin ustalıkla işlendiği, buradaki insanların büyük simyacılara ve din insanlarına dönüştüğü kutsal yer olduğu görüşü vardır. Burada ateşin arıtıcı gücünden geçirerek dünyanın dönüştürüldüğü, yemek için hazırlanan besinlerin saatlerce bedenlerimizde kalarak organizmamızı değiştirdiği, canımızı, ruhumuzu beslediği, bize kimlik, dil ve aidiyet kazandırdığını söylemektedir3. 

Evrenin her yerinde bu görüş geçerli olacak ki Orta Asya’dan Anadolu’ya Türkler benzer ananelere, dile ve kimliğe sahiptir. Asırlar boyunca bulundukları coğrafyadan bir şeyler alarak ve üzerine katarak, farklı bir aidiyet farklı bir ruh oluşturmuşlardır. 

Bunun en gözle görülür şekli Osmanlıdır ki hükmettiği geniş topraklardan vücuduna aldığı gıdalar kimliğine de yansımıştır; 

o günün ateşbaz aşçıları büyük din adamları gibi değer bulmuştur. Yeri geldiğinde saray mutfaklarında hazırladıkları envai çeşit yemeklerin ihtişamıyla konuk elçileri, yeri geldiğinde ise bir padişahı dahi habersiz olarak, aşçısıyla meşhur bir konağa çekecek kadar büyüleyebilmiştir4. Seferlerde dahi orduya eşlik eden büyük mutfaklar ordunun vücut işleyişlerini etkilemiş, güce güç katmıştır5.

Çalışmada büyük Osmanlı Devleti’nin, eşsiz mutfak kültürü içinde; tatlılardan et yemeklerine, balıklardan sebze yemeklerine kadar geniş bir kullanım alanı olan “tarçının Osmanlı’daki yeri” hakkındaki bilgilerin ve bazı tariflerin bir araya getirilmesi amaçlanmıştır.

Çeşitli kaynaklardan ulaşılan bilgilerle hazırlanan çalışmada, önce tarçın hakkında genel bilgiler, tarihi kısa geçmişi ve ardından Osmanlı’daki yerine değinilmiştir, son olarak da Osmanlı mutfağında tarçın içeren bazı tariflere yer verilmiştir.

Tatlara Tat Katan Kabuk: Tarçın

Baharatların6 tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. Yaklaşık 7 bin yıldan beri bilinen baharatlar, diğer ürünlerin hiçbirine benzemeyen, çok uzun, romantik, aynı zamanda savaşlar, fetihler ve güç mücadelesiyle dolu bir tarihe sahiptir.7,8

Genellikle Güney ve Güneydoğu Asya’dan kaynaklanan baharatların ticaretine hâkim olmak her zaman önemli olmuştur. Çin, Hint, İran, Mezopotamya, Mısır, Anadolu, İbranî, Yunan, Roma gibi eski uygarlıklarda baharatın üretimi, ticareti ve kullanımıyla ilgili belgeler günümüze dek ulaşmıştır.9,10

Tarçın11 antik çağdan12 günümüze, uzun süredir bir baharat, tatlandırıcı, tütsü ve tıbbî13 malzeme olarak kullanılmaktadır. Mısır’da mumyaların muhafazasında ve beslenmede kullanılan baharatlar arasında tarçın (kasie) da yer almaktadır. Kuzey Afrika, Orta ve Yakın Doğu mutfaklarında yemeklerde kullanılan koku verici en meşhur baharat tarçındır.14,15,16,17,18

Arap tüccarlar eski Yunan ve Romalılara tarçın temin etmişlerdir ama kesinlikle kaynağını söylememişlerdir. Bununla da kalmayıp tarçın toplamanın çok tehlikeli bir iş olduğu üzerine rivayetler19 uydurmuşlardır. Ancak 12-15. yy. Arap yazarları sırrı açığa vurmuşlar ve 16. yy.da Portekizliler, ardından da 17. yy.da Hollandalılar bu tekele son vermişlerdir. 20,21,22,23 24

Tarçının Osmanlı Mutfağındaki Yeri

Tarçın gıdalarda iki şekilde kullanılır: toz ve kabuk olarak. Toz tarçının kullanımı daha yaygındır ama tarçın kabuklarının kurutulmasıyla oluşan çubuklar da yemeklere pişirilirken eklenir ve ardından çıkarılır.25

Türklerin beslenme alışkanlıklarında geçmişi çok eskilere dayanan26 tarçının kullanım kaydına baktığımızda:

- 14 ve 15. yy.larda Ahmed Bican Efendi’nin Dürr-i Meknûn adlı eserinde şifalı bitkiler dökümünde; İbn-i Şerîf’in Yâdigâr, Şerafettin Sabuncuoğlu’nun Mücerreb-name adlı eserlerinde tıbbî kullanım alanında ve sarayın satın alma listelerinde rastlanmaktadır. Tarçınlı koyun başının sevilen yemekler arasında olduğu bilinmektedir.27,28,29,30. 15. yy.da karabiber kadar yaygın kullanılmayan tarçın zamanla bu baharatla yer değiştirmiştir31.

- 16. yy.da Derviş Nidaî Mehmed Efendi’nin Menafiü’n-nas adlı eserinde32, yine aynı yüzyılda (1594-1595) III. Mehmed’in şehzadelik döneminde Manisa sarayı mutfağı alım kayıtlarında, helva yapımında ve ziyafetlerde tarçın bulunmaktadır.33,34,35.

Ayrıca şenliklerde yapılan çok yüksek maliyetli36 tasvirlerde, yani günümüz gıda dekorlarında karanfil, anason, turunç gibi malzemelerle beraber tarçın da yer almıştır37.

- 17. yy.da pahalı olan tarçın, zencefil ve safran gibi baharatın makul miktarlarda kullanılması, Avrupa’daki kadar olmasa da belirgin bir statü göstergesiydi38. Bu dönemde padişahlara yapılan tavuk çorbasında, Salih Bin Nasrullah’ın Gayetülbeyan Fi tedbiri Bedenil İnsan adlı tıbbi eserinde ve Evliya Çelebi seyahatnamesinde tarçın geçmektedir39,40,41.

- 18. yy.da baharat o kadar değerli ve önemli görülmekteydi ki Avrupalı elçilere hediye olarak esmeramber, kırmız42, sakız, kakule, karanfil, tarçın ve safran hediye olarak verilmekteydi43. Osmanlı mutfağında, yemeklerde uzun dönem karabiber kullanılması ardından, 18. yy.da, neredeyse safran kadar pahalı olan tarçının yumuşak lezzeti ağırlık kazanmıştı. Öyle ki tarçın sadece tatlılarda değil et yemeklerinde de kullanılıyordu44,45. Dönemin saray-ı amire kayıtlarında46, Ömer Şifaî’in El-Cevherü'l-Ferid fî Tıbbi'l-Cedîd adlı eserinde ve yemek tariflerinde tarçın bulunmaktadır47,48.

- Tarçın, sarayda sevilen ve tüketilen bir baharat olmasının yanında Osmanlı halkı da kullanıyordu ki 19. yy.daki Ramazan mânilerinde49 de aşağıdaki gibi yer alıyordu: “...Hind’den gelir cümle bahar
Tarçın karanfil ne ki var...”50

“...Kimyonî ile tarçîni Gümüşîye var pesendim51...”52

Dönemin mutfak defterlerinde ve çeşitli yemek tariflerinde; Yunan Kıralı aşçısının batı Türkiye izlenimleriyle yazdığı ve 1837’de yayımladığı Doğu’da Tatlıcılık adlı eserde, III. Napolyon’un İstanbul’da misafir kaldığı sürece kullanılan malzemeler arasında ve diğer yemek kitaplarında tarçına rastlanmaktadır53,54,55,56,57.

Ayrıca Topkapı Sarayında yapılarak, 21 Mart Nevruz dolayısıyla, saray mensuplarına ve devlet büyüklerine özel kaplar içinde sunulan nevruziye macununun, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in eşi Hafsa Sultan’ın Manisa’da hastalanması üzerine Merkez Efendi’nin tedavi amacıyla hazırladığı mesir macununun ve Osmanlı’da yapılan diğer macunların; akide şekeri gibi şekerlerin içeriğinde de tarçın bulunmaktaydı58,59,60.

Osmanlı Mutfağında, Tarçın İçeren Bazı Tarifler

Çorbalar

Balık Çorbası: 

İki, üç vukıyye levrek yahut kefal balığı, temizlendikten sonra tuzlanır. Bir vukıyye soğan ince doğranıp, elli altmış dirhem nâne ve maydanoz ince doğranarak, soğan ile bir miktar kavrulur. Üzerine bir vukıyye keskin sirke konulup kaynatılır. Temiz astardan süzüldükten sonra bir tencereye konulur ve üzerine balıklar ilave edilir. Piştikten sonra balıklar çıkarılır, kılçıkları ve üzerindeki zarları çıkarılıp, başları koparıldıktan sonra, tabaklara dizilir. Yüz elli belki iki yüz yumurta sarısı bir kapta çalkalanıp süzülmüş olan suya katılıp, yumurtanın kokusu gidinceye kadar, hafif ateşte pişirilir. Üzerine limon suyu ve beş altı dirhem zaferan unu konulup ateşten indirilerek balıkların üzerine konur. Üzerine çokça döğülmüş tarçın konarak beş on saat, iyice soğuyuncaya kadar, bırakılır.61,62.

Ciğer Çorbası: 
Yeteri kadar kuzu veya koyun ciğeri suda pişirilir. Et suyu yoksa bir baş soğan bir kaşık yağ ile kavrulup üzerine su konur ve gereği gibi pişirildikten sonra, iki üç yumurta sarısı alıştırılır. Yumurta kokusu gidinceye kadar pişirilir. Bir miktar sirke, maydanoz ve nâne ilave edilir. Taslara konulduktan sonra üzerine biber ve tarçın konur. Ekşi olması arzu edilirse, limon veya sirke katılır.63,64

Ekşili Çorba: 
Ekseriya düğünlerde pişirirler. Tarik-i tabhı: Evvelâ koyun etinin yağlıca yerlerinden ufarak kuşbaşı doğrayıp kaç taslık çorba murat olunur ise ol miktar su koyup ocağa vaz’ oluna. Tamam et pareleri piştikte hemen miktar-ı kifaye dakik-i hâssı elekten geçirip bir miktar su ile bulamaç kıvamına getirip ol kaynayan tencerenin içine karıştırarak vaz’ oluna tâ ki top top olmaya. Un kokusu gidinceye kadar tabh olunup ba’dehu ateşten indireler. Sonra hemen birkaç yumurtayı vâfi sirke veyahut limon ile bir kap içinde çalkayıp hafif ateşte bir miktar karıştırarak az koyulunca pişirip ol tencerenin içine mukaddem un bulamacı konulduğu gibi tiz tiz kepçe ile karıştırarak aheste konula. Ba’dehu taslara tevzi birle tarçın ve biber ekip tenavül oluna. Âlâ olur.65

Terhâne: 
Türkçede’de tarhana dedikleridir. Kış günlerinde çorba yaparlar. Piştikten sonra kavrulmuş ekmek, kaymak veya iyi tulum peyniri ile çorba yapıp tereyağıyla kavrulmuş ekmek ile sabahları yerler. Üç türlü olur, birisi bir miktar ufak bulguru bazı baharat ile suda gereği gibi kaynatıp tam kıvamını bulduktan sonra üzerine biraz koruk suyu veya süt döküp yoğururlar. Küçük yumaklar keserler, gerektikçe kaynatıp yerler. Ve bir türlüsü de budur ki dövme denen kaynamış buğdayı yoğurt ile gereği gibi yoğurup hallolduktan sonra tarhun, nane ve maydanoz gibi sebzeler kattıktan sonra küçük küçük yuvarlak kesip kuruturlar. 

Gerektikçe haşlayıp et ile kıyma ile çorba yapıp yerler. Ancak bunların en iyisi semiz bir koyunu kazanda vücudu mahvoluncaya kadar kaynatıp kemiklerini çıkardıktan sonra temiz süzgeçten süzüp o suya yeteri kadar dolma kabağını rendeleyip tekrar halloluncaya kadar kaynatırlar, sonra hamuru katıp bu su ile yoğurduktan sonra gerektiği kadar süt de eklenir, bunu kurutup saklarlar. Yiyecekleri zaman kaymak ilave ederler. Tarçın, biber ve kavrulmuş ekmek koyarak yapılanı en sevdiğim çorbadır.66

Mantı ve Börekler
Kapak ve Tas Böreği (Tencere Böreği): Münasib bir tencereye ya da büyük bir tas ya da büyük bir sahanın kapağını az yağlayub ince açılmış beş on yufka içine koyup ve ince kıyılmış koyun etini bir baş ince doğranmış soğanlı yağda kavurup az dövülmüş büber ve dar-ı çinî ve fıstık ve badem ve kişniş ilâve kavrulmuş etle karıştırup yufkaların üzerine yerleştirip ve kaptan fazla büyük olan yufkaları içine kıvırup bir hoşça örtüle sonra uygun bir sahan ya da bir tepsi ile kapayup altına ve üstüne ılık-hafif kor döşeyip ve bir hoşça kızarınca pişe ve yenile.67

Mantı: Kıymayı tuzlayıp sirkeyle yoğurun. Suyunu çıkarmak için iyice sıkın. Haşlanmış nohudu ezin, içine tarçın katın. Una bir yumurta kırıp, tuz ve su ekleyip hamur ele yapışmayana kadar yoğurun. Hamuru açın, gereken inceliğe geldiğinde 4-5 cm.lik kareler kesin. Her parçaya bir tutam nohut, bir tutam kıyma koyup bohça biçiminde kapatın. Kaynar suya atıp 20 dk kadar pişirin. Sarımsağı ezip, yoğurtla karıştırın ve sumağı ekleyin. Mantıları sudan çıkarıp servis tabağına alın, üstüne yoğurdu dökün.68

Pilavlar
Böğrülce Pilâvı: İki üç baş soğanı ince doğrayup bir kaşık yağla kızartalar ve yeteri kadar böğrülceyi temizledikten sonra tencereye ol soğanla ve et suyu ile koyup ve pişireler. Sonra yeteri kadar yağla haşlayup yiyeler. Ve böğrülce ile pirinci yarı yarıya koyup ve pişirilse hoş olur. Ancak böğrülcenin kokusu olmakla dövülmüş tarçını ve kimyon pilavın üzerine ekilse sağlığa faydalı ve güzel olur.69

Patlıcanlı Pilav: Yeteri kadar soğanı temizledikten sonra doğrayup bir iki kaşık yağla kızarınca kavuralar sonra taze tohumsuz patlıcandan lüzumu miktar alıp ve üzerinde olan incecik kabuğunu soyup sonra ceviz kadar küçük doğrayup kaynar suda haşlayalar. Sonra suyun süzüp kızartılmış yağlı soğanla badıncanları da bir miktar kızartup tencereye yeteri kadar su koyup pirinçle beraber cümlesin tencereye ve bir iki kaşık zeytinyağı ilâve hafif ateşte pişerken birkaç dane sakız ve dar-ı çinî ve büber ve biraz safran koyup pişireler. Sonra sahana boşaltup üzerine az dövülmüş büber eküp yenile. Hoş yiyişli olur.70

Sütlü Pilâv: Elekten süzülmüş yeterince saf sütü tencereye koyup ve kaynamaya yakın olunca yeteri kadar yıkanmış pirinci salub pişirile. Ve sahana boşaltup üzerine dövülmüş bir miktar dar-ı çinî ve şeker eküp yenile be-gayet leziz ve perhiz yemeği olur.71

Deniz Ürünleri

Hamsi Yemeği: 
Önce bu hamsi balığını güzelce temizleyip onar onar kamışa dizerler. Maydanoz, kereviz, soğan ve pırasayı ince kıyıp tarçın ve siyah filfil ile karıştırdıktan sonra pilaki tavasının içine bir kat hamsi, bir kat bundan döşeyip Trabzon’n ölümsüzlük suyuna benzer zeytinyağını üzerine dökerler. Bir saat kadar kuvvetli ateşte pişirdikten sonra yerler ki, doğrusu sevilecek mübarek yemek olur.72

Tarak Külbastısı: 
Tarak temizlenip, ayrılıp, bir tarafında kalan lübbüne (etine) biraz tuz ve zeytinyağı konup, ıskarada güzelce kızartıldıktan sonra alınır. Biraz tarçın ve limon sıkılıp, sıcak iken yenir.73

Yağsız Uskumru Pilâkisi: 
Tarik-i tabhı: Miktar-ı vâfi uskumru tedarik edip ba’de’t- tathir bir tencerenin içine bir kat maydanoz ve bir kat balık ve bir miktar dövülmüş masteki yani sakız yine bu usul üzere tekmil olunca. Ba’dehu tuz ve biber ve tarçın koyup bir miktar dahi su ile aheste ateşte tamam piştikte tabaklara tevzi ve limon sıkıp tenavül buyrula.74

Tavuk
Kırma Tavuk Kebabı: Birkaç tane tavuk temizlendikten ve yirmi dört sat geçtikten sonra, her birisi ortadan yarılır, bütün kemikleri çıkarılır, keskin bir bıçak ile irice kıyma şeklinde doğrar gibi yapılıp, lâkin birbirinden ayırmadan kesilir. Yeteri kadar tuz, tarçın, biber ve fincan soğan suyu konup, bir saat kadar bırakılır. Sonra düzgünce şişe geçirilip, önce gayet hafif ateşte devamlı çevrilip, tavuk yeleği ile pişinceye kadar taze tereyağı sürülür.75,76,77

Kırmızı Et

Hurma Kebabı: 
Kıymalık kuzu ya da koyun etinden lüzumu kadar köfte gibi kıyup sonra tuz ve büber ve dar-ıçinî ve kakule ve nane ve maydanoz ve yeteri kadar ince doğranmış soğan katup et ile hepsini karıştırup ve gereği gibi yoğurup sonra iç yağını dolmalık asma yaprağı kadar parçalayup yukarıda sözü edilen yoğurulmuş etten hurma kadar ya da daha farklıca güzelce sarup sonra şişe dizüp hafif kor ateşinde yavaş ve ağır çevrile yağ eriyüb damladıkca altına bir küçük tepsi bırakıp ve damlayan yağı tavuk kanadı ile kebaplara sürüle öylece pişince çok güzel ve iyi yiyişli olur.78

Kasap Kebabı: 
Koyun kıymalığından alup gereği gibi kıyıp ve ciğerlerin dahi kıyup sonra bir miktar simidin içini el ile ufaklayup yeteri kadar büber ve tuz ve dar-ı çinî ve anason ve nane ve maydanoz ve yeteri kadar yumurtayı kırup bunların hepsini kıymalar ile bir hoşça karıştırup yoğuralar. Sonra, bir bütün yıkanmış iç yağını ol yoğrulmuş kıymayı sarup bohça idüp bir kenarlı sahana ya da güvece koyula ve pişirile ve istenirse pişirdikten sonra yumurtayı terbiye yapup üzerine dökeler ve kıymalara bir miktar pirinç dahi eklenirse hoş olur.79

Kıyma Büryanı: 
Semizce koyun etinden yeterli ölçüde keskin bıçakla âdet olmuştan fazla inice kıyup derince sahana koyup ve birkaç tane maydanoz kökü doğrayup etin üstüne yayup ve yeteri kadar tuz ve büber ve dar-ı çinî ve dane sakız ilâve sonra çokça su koyup kor üzerinde pişirile sonra indirüp tekrar dar-ı çinî ve büber ve az limon suyu ilâvesiyle yenile lezzetli ve sindirimi hafif olup perhiz yemeği olduğuna şüphe yoktur.80

Medfune: 
Küçük kuşbaşı doğranmış ve tuzlanmış eti yağda çevirin, sıcak su, tarçın, öğütülmüş kişniş ekleyip pişirin. Kıymaya ezilmiş nohut, tarçın, öğütülmüş kişniş, tuz koyup az yağla yumuşatın. Patlıcanların içini boşaltıp birkaç dakika tuzlu suda bırakın, hazırladığınız içle doldurun, pişen etlerin üstüne yerleştirin. Kişniş, tarçın ve safranı et suyuyla incelttikten sonra tencereye ilave edin. Pişmeye bırakın. Piştikten sonra üzerine gülsuyu serpin. Servis tabağına alıp, tencerenin dibindeki etleri patlıcanların üzerine boşaltın, servis yapmadan önce dinlendirin.81

Susuz Köfte: 
Be-gayet ince kıyılmış koyun etini tuz, büber, kakule, dar-ı çinî ile karıştırup yoğurup yuvarlak âdetâ köfte yapup ve bir tencerenin içine bir miktar su koyalar. Ve köfteleri bir tasın içine koyup ve tası tencere içine koyup ve tencerenin kapağını kapayup etrafına yaş astar sarup hafif ateşte âheste âheste pişirile yahut tasın içine su koyup tencerenin içine koyup ve köfteleri tencerenin içine tasın etrafına dizip ve kapağın kapayup etrafına yine yaş astar sarup pişirile.82

Süt Kebabı: Yeteri kadar kuzu veya koyun etini doğrayıp, tuz ve biber koyup, bir iki saat bekletilir. Sonra tencereye konulup, üzeri örtülünceye kadar hâlis süt konur. Köpüğü gelip gereği gibi kaynayınca, tencere indirilip etler çıkarılıp soğutulur. Daha sonra şişelere geçirilip, orta halli ateş üzerinde, çevrilmeğe başlanır. Çevrilirken, ateş kenarında hazır bulunan sıcak sütten, tavuk yeleği ile, zaman zaman sürülür ve damlaması arttıkça azar azar 
Sebzeler

Badıncandan Halep Dolması: 
Patlıcanın sapların kesip ve atup ve dibinden kapaklık keserek saklanıp ve ince bıçakla tohumların çıkarup ve bir miktarın kıyma yapup ve patlıcanları tuzlu suya koyup ve yeterli ölçüde ince doğranmış soğan ve büber ve dar-ı çinî ve kakule ve nane ve safran ve temizlenmiş pirinç bu cümlesin kıyılmış et ile karıştırup gereği gibi karıştırıp sonra patlıcanları sıkıca dolup pişince boş yeri kalmaya sonra kapaklarını yerleştirip ve tencerenin dibini yağlı kemikler ilâve üzerine patlıcanların kapaklı tarafı birinin kapaksız tarafına gelerek bir hoşça istif edüp ve tencerenin üzeri örtülünce ekşili özenlice su koyup hafif ateşte yağlıca suyu kalınca pişirile ve ekşi nar ve koruk dahi olur.86

Ispanak Kalyesi: K
üçük kuşbaşı doğranmış koyun etini tuz, karabiber, dövülmüş kişniş, tarçın, kimyon ve dövülmüş sakız ile pişirin. Kıymanın içine ete eklediğiniz baharattan yeterince katıp, fındık büyüklüğünde köfteler hazırlayın. Ispanakları hafifçe dövün. Tencereye köftelerle birlikte pişmeye bırakın. Hepsi piştikten sonra sarımsağı ezin, kimyon, biraz tuz ilâve edip ateşi söndürün, kişniş ve tarçın ekleyin.87

Kabak Kalyesi: 
Yeteri kadar semiz koyun etinden doğrayup kıyalar ve yarısı kadar soğanı ince kıyup ve yeteri kadar dövülmüş toz biber ve dar-ı çinî ve tuz ile eti ve soğanı cümlesin karıştırup sonra taze dolma kabağının içine izâle ve kabuğunu iyice soyup ve kabağı uygun bir biçimde doğrayup yıkayalar ve bir münasib tencereye kabağın kökleri var ise dizüb sonra birkat kabak ve bir kat karışmış etten koyup tamam oldukta astardan süzülmüş koruk suyuyla bir miktar sade su koyup ve kabakların üzeri örtülünce sonra kapayup kor üstünde pişmeye yaklaşınca üzüm vakti ise nısıf kıyye üzüm suyu, değil ise iki kaşık bal ya da pekmez konula. Ve bir baş sarımsak az su ile dövüp ve süzüp ol suyu dahi koyup ve bir miktar kuru nane dahi koyup kararınca pişince sahana koyula ve tekrar kuru nane üzerine serpilerek yenile.88

Kabak Keşkülü: Küçük kuşbaşı etleri yağda kavurun, maydanoz ile soğanları ilave edip pişirin. Et piştikten sonra soğanları çıkarın, soyulmuş ve kesilmiş kabakla haşlanmış ve hafif ezilmiş nohudu ekleyin. Tuz, karabiber, tarçın, zencefil ve öğütülmüş karanfili ilave edin. Kabağın pişmesine yakın cezeriyeyi ekleyin, ateşten indirin, dinlendirin.89
Pazı Buranisi: Eti küçük kuşbaşı doğrayıp tuz ilave ederek yağda kavurun. Az sıcak su ile soğanları bütün ekleyin. Etler pişince soğanları çıkarın. Pancarın yapraklarını, saplarını ve pazıyı yıkayıp doğradıktan sonra tencereye koyun. Kişniş, kimyon, damla sakızı, tarçınla birlikte pişirin. Sebze piştikten sonra, ateşi söndürün, yoğurdu karıştırıp, dinlenmeye bırakın.90

Meyveler (Tatlı ve Tuzlu)

Erik Dolması: 
İki üç kıyye erik kurusu akşamdan suya konup ertesi gün çıkarılır. Bir buçuk kıyye şeker yahut bal, yarısı kadar su ile ateşe konup eriğin çekirdeklerini çıkardıktan sonra birlikte kaynatılır. Kıvama gelince kevgir ile çıkarılır. Sonra ağartılmış ve gereği gibi döğülmüş yeterince tarçın ve badem içi birlikte eriğin içine doldurulur. Yayılmadan üç parmakla sıkılıp sırasiyle tabaklara dizilir. Ekşi olduğu için yenmesi çok güzel olur. Artık yenir. Âfiyet olsun. Hurma dolması aynen erik dolması gibidir.92

Kavun Tolması (Dolması): Yeteri kadar kıymalık et, iki baş soğan ile bir kaşık sâdeyağda kavrulur bir fincan pirinç, yeteri kadar tuz, biber, tarçın, badem, fıstık ve kişniş ilave edilip, cümlesi bir yere karıştırılır. Uygun bir kavun sap tarafından kesilip, çekirdekleri ve içinin bir kısmı çıkarılarak, hazırlanan iç ile doldurulur. Kesilen kısım, iki üç çöp ile raptedilip, uygun bir güveç veya sahanda güzelce pişirilir. Balkabağından dahi yapılır.93,94

Tatlılar

Badem Kurabiyesi: 
Ağartılmış badem bir kıyye mermer havanda hamîr gibi olunca dövülüp sonra taze dört yumurtanın akını katup tekrar bir hoşça döğüp sonra tepsiye bir kâğıt koyup ve arzu edildiği kadar ol hamîrden koparup yuvarlayup azıcık bastırup ve kâğıdın üzerine nizamlıca düzerler. Ve tamam olunca üzerine bir kat kâğıt dahi örtüp uçların altında olan kâğıdın ucuyla kıvırup bir hoşça birbirine bağlayalar. Sonra furunda yarım saat miktarı durmakla pişip ve çıkarup kâseye koyup ve korunup istedikçe gönül rahatlı ile yenile. Ve dövülmüş tarçını ve karanfil ve sakız eklense kokusu lâtif ve sindirimi kolay ve dayanıklı ve şehvete yararlı olur. 

Ve limon yahud ağaç kavunu kabuğundan altı yedi dirhem kadar az miskle ve bir iki fincan gül suyu yahud çiçek suyu eklense çok güzel olur. Ve gül suyu pembe renk olması matlûb ise kestirilmiş kırmızdan bir iki fincan eklene. Yumurtanın akını koymayup yalnız şeker ile badem olsa dahi olur.95

Cevizli: 
6 yumurta sarısı iyice çırpılır, üzerine şeker eklenip karıştırılır. Ceviz ve iyice dövülmüş tarçınla karanfil ilave edilir. Yumurta akları da çırpılıp hazırlanan karışıma eklenir. Arzu edilirse yumurta aklarını karıştırmadan önce biraz un eklenir. Kendi ölçüsüne uygun bir tavaya yerleştirilir ve çok düşük ısıda, fırında pişirilir.96

Kabak Böreği: 
Çok az tuzla bir hamur hazırlar, tepsi büyüklüğünde 10 adet ince yufka açarız. Tepsiyi yağlar, her bir yufkayı tepsiye serdikten sonra üzerini yağlayarak beşini üst üste sereriz. 1 kilo kabak rendeler, biraz tuz, 3 yumurta, bir bardak süt, iki kahve fincanı irmik, bir büyük çay bardağı dövülmüş şeker, biraz da tarçın veya vanilya karıştırarak yufkaların üzerine yerleştiririz. Kalan yufkaları da aralarını yağlayarak üst üste sereriz. Baklava şeklinde keser, üzerine yağ sürer, fırına veririz. 20-30 dakikada pişer.97

Kalıp Şekeri: 
Yeterince kitre98, akşamdan suya konur. Ertesi günü bir iki kıyye şeker elenip sonra hamur yoğurur gibi kitreden azar azar katarak yoğrulur ve bir miktar ağartılmış ve döğülmüş badem içi ve bir miktar döğülmüş tarçın ve karanfil de karıştırılarak iç yapılır. Sonra yoğrulmuş şeker hamurundan kalıbın hacmi kadar önce bir yufka kalıba yayılır. Sonra daha evvel yapılan içten içine koyulduktan sonra üzerine bir yufka açıp döşeyip kalıp ile basılır.99
Luâp100: İki üç kıyye ayva dilimleyip temiz pak yıkadıktan sonra bir tencere dolusu su ile hamur gibi oluncaya kadar kaynatılır. Sonra kevgir ile alınıp temiz bir astar içine konarak sıkılır. 

Çıkan suyun içine yeterince şeker katılıp ateşe konur. Sonra kepçe ile karıştırılarak kıvama gelinceye kadar pişirilir. Ancak kıvama geldiğini anlamak için kaşık ucuyla baş parmağın tırnağı üzerine yahut bir fincan dolusu su içine damlatılır. Eğer yayılmayıp top top durursa artık kıvama gelmiş demektir. Durmayıp ateşten alınır. Bir buçuk saat kadar kepçe ile döğülür. Şöyle ki sünmesi ve döğülürken iplik iplik olması kesilir. Ondan sonra bir miktar göbek miski ve bir miktar kurs, karanfil ve tarçın katılır. Sonra karıştırılır. Ondan sonra hokkalara konur.101

Mamlet: 
8 kilo kırmızı ve sarı havuç yıkanır, sapları kesilir, bol suda iyice pişirilir. Makineyle çekilir veya elekten geçirilir. 4-5 kilo şeker çok az suda eritilip havuç ezmesine katılır ve iyice katılaşana kadar pişirilir. Üzerine biraz tarçın veya gülsuyu ilave edilir. Çok lezzetli ve ekonomik bir reçeldir.102

Muhallebi: 
75 gram pirinci, yarım litre suda eriyene kadar pişiririz, sık dokunmuş tülbentten geçiririz. 225 gram pirinç ununu 2 litre saf süte katıp eritir, süzülmüş pirinç suyuyla karıştırırız. 400 gram şeker ilave eder, kısık ateşte tahta bir kaşıkla sürekli karıştırarak pişiririz, ta ki muhallebi kaşığın üzerinden akıp gitmeyen bir kıvama gelene kadar. Uygun kaselere doldurup soğuturuz. Üzerine tarçın serperiz.103

Patula104,105: 
İki ölçü un ve bir nişasta ölçüp gayet katı olarak yarım saat kadar yoğrulur; bir pekmez tavası içinde ceste ceste su vererek el ile döğülür ve içine yirmi kadar yumurta akı karıştırılır. Sonra yine döğülür. Sulanıp döküme gelince kırılmış yumurta sarılarıyla bir miktar sade yağ karıştırılıp saç onunla yağlanır. Sonra güllaç döker gibi dökülür. Ancak adı geçen saç kömür ateşiyle kızdırılır ve yufka pişince etrafı bıçak ile çizilip alınır. Bu işlem tamamlanınca üç yufkada bir döğülmüş badem içi saçılır. Bu hâl üzerine yapılır ve her bir badem içi saçmada gül suyu ve tarçın saçılır. İki parmak derinliğinde olunca dört köşe olarak kesilir. Sonra bir kenarlı tepsiye, yayılmaksızın yan yana sırasıyle dizilir. Sonra yeterince şeker ve içine iki üç kaşık sadeyağ koyup kefini aldıktan sonra haşlanır. Ancak şeker yahut bala, yufkalar yumuşak olsun diye azıcık su da konur.106

Reşîdiyye Helvası: 
Eritilmiş bir ölçü sadeyağ tencereye konur. Bir ölçü nişasta, iki ölçü su ile güzelce ezilip yağın içine dökülür. İki ölçü bal veya şeker dahi birbirine karıştırılır. Uygun dereceye gelinceye kadar; mesela hurdelendiği zaman, nişastanın kokusu gidinceye kadar karıştırılır. Güzelce pişirilir. Sonra tabaklara konulup üzerine tarçın, karanfil ve gülsuyu konur.107,108

Revani: 1⁄2 okka tereyağı 1⁄2 okka şekerle karıştırılır. Karıştırılırken 20 yumurta sarısı ilâve edilir. En son olarak da 60 dirhem siyah kuru üzüm, 3 dirhem tarçın ve 1⁄2 okka un eklenir. Ardından 20 yumurta akı eklenir ve kızartılır. Soğuduktan sonra sandviç şeklinde kesilir.109

Saray Hümayunundan Çıkmış Yumurtalı Şeker Karışımı (Diğer Şekli): Yumurtanın bir tanesini usulüyle delüp beyazını akıtup sarısını alakoyalar. Dövülmüş karanfil ve dar-ı çinî ikisinden yarım dirhem sarının içine koyup ve bir hilâl ile gereği gibi karıştırup sonra ısıcak külde ısıtalar. Sabah ve akşam üç iken içeler. Göğsü yumuşatır ve kuvvetlidir ve ses açıcıdır. Kullanılan maddeler yerine yeterli ölçüde saf anber veya iki üç baharat dövülmüş olarak konsa latifler olup rahatlatıcıdır.110

Senbûse: 
Şekerle bademi gül suyu ile karıştırıp hamur haline getirin. Yufka yaprağını kıvırıp muska börek yapmak üzere bant şeklinde kesin. Her bandın ucuna karışımdan bir tutam koyup üçgen biçiminde sarın. Tavaya yağ koyup ısıtın, güçlü ateşte kızartın. Şekerle şurup hazırlayın. Kızarmış börekleri şuruba batırın. Üstüne tarçın serpip servis yapın.111

Taş Ekmeği: 
Yeterince un lokma hamuru gibi hamur edilip bir miktar ekşitilir. Sonra kepçe ile saç üzerine dökülür; altı kızarınca alınır. Sonra ağartılmış ve döğülmüş badem içiyle karıştırılmış tarçın, yukarıda zikredilen ekmek tabağa kat kat konulduğunda her bir katına saçılır. Ondan sonra dört parçaya bölünür ve yeterince şeker yahut bal şerbet edilip haşlar olarak üzerine verilir. Ancak tabağın üstünde üç katının arasına kaymak döşenerek üzeri de kaymakla örtülür. Ondan sonra şeker, tarçın ve badem saçıp yenir.112

Torba Yoğurdu: Kesilmiş süt küçük torbalara doldurulur. Suyu süzdürülür. Geride kalan yoğurda şeker ve tarçın karıştırılır.113

Şerbetler

Tarçın Yağı ile Yapılan Şerbet: 
Takriben 3⁄4 okka şeker kaynatılır, kıvamına gelmeden ocaktan kaldırılır. Derhal likör bardağının 1⁄4’ü veya 1⁄2’si kadar limon suyu ilâve edilir. Sonra kazan soğuk suyun altında soğutulur, içine şeker konulur ve kıvamına ulaşıncaya kadar karıştırılır, birkaç damla tarçın yağı eklenir. Sıvılaştırmak için saf su ilave edilir.114

Turşu ve Diğerleri

Balık Turşusu: 
Lüfer balığından yeteri kadar kuralına göre temizledikten sonra doğrayup ve tuzlayup gayette temiz zeytinyağında pişireler. Ve on dirhem dar-ı çinî ve kakule ve karanfil bir bir dövüldükten sonra ince elekten geçirüp ve defne ve büberiyye ve mersin yaprakları bulunur ise yahut limon ve turunç yapraklarından bulunup ve yeteri kadar sarımsağı dane dane ayırup her birini fıstık gibi üçer parça ideler. 

Ve yeteri kadar kuş üzümü ve çam fıstığı ve siyah büberi temüzleyüb hazırlana sonra toprak tencereye evvelâ yapraklarından birkat ve sâniyen balıklardan ve onların üzerine dövülmüş eczadau eküp sonra üzüm ve fıstık ve büber tamam olunca o yolla koyup ve düzenlene ve bir saat önce suda ıslanmış safrandan yeteri kadar suyundan ve bir iki kaşık saf baldan ve yeteri kadar sirkeye bırakıp azıcık kaynatup sonra yukarıda anılan balıkların üzerine çıkınca ol sirkeden koyup ve pâk münasib bir taşla bastırup kapayalar. 

İki üç gün içersinde yemeye başlana. Kış günlerinde bir aydan fazla durur ve yaz mevsiminde 15-20 gün durur, bozulmaz belki daha ziyade güzellik gösterir lâtif turşudur. Ancak uzun zaman bekletmek ve saklamak elde değildir. Zira kokar bozulur.115

Kaide-i Lâhmi Beyânı (Et Hazırlama Usulü Açıklaması): 
Yaz günlerinde bir gün evvel ve kış günlerinde iki gün önce kesilen etten olmağla gayette geyrek ve lâtif olur. Mümkün olmaz ise bari evvelce tedarik ve ber-kaide doğrayub tuz ve büber koyub sıkıca şişe geçirüb sarup ve örtüp beş-altı saat terk ola ve bu kebabda kimyon ve dar-ıçinî dahi lâzımdır. Ancak üzeri sarılmalı olduğundan başka tekrar sürüldüğünden dolayı gayette yumuşak olmağla lâtif olup yenilmesinin ağırlığından hoş değildir. Sürülmese gayette gevrek ve lâtif olur.116

Paça Suyunun Dondurması: Semizce koyunun ayaklarından beş on ya da daha fazla lüzumu kadar alup âdetince temizledikten sonra tencereye koyup ve üzerine su doldurup kemikler ve sinirler başka başka etten ayrılınca kaynatup sonra indirüp kemikleri ve etleri tamamen tencereden alınup kalan suyu temiz astardan süzüp temiz tabağa yahut sahana boşaltalar. 

Kış mevsimi ise soğuğun tesirinden donar ve soğuk olmayan günlerde sahanı kar üzerine sıkıca yerleştirmekle donar. Sonra keskin bıçakla baklava şeklinde kesüp her bir parçayı usuliyle parelenmeden kaldırup altında ve üstünde donmuş olan yağları tavuk yeleği ile yavaş yavaş giderüp tabağa birer birer nizamlıca yerleştirip ve üzerine limon sıkup yenile güzel ve meşhur yemeklerdendir. Ve dövülmüş dar-ı çinî üzerine ekilse hazma yardımcı olur ve yemeğe güzellik verir.117

Sonuç ve Öneriler
Yapılan derlemeden anlaşıldığı üzere 15. yy.dan 19. yy.a kadar, tarçın yeme-içme kültürünün birçok alanında yer almıştır. Saraydan, halk mutfağına kadar girmiş; gıdalara tat ve koku katmıştır. Yeri gelmiş elçilere hediye edilmiş, yeri gelmiş padişah yemeklerinde bulunmuştur. 

Şenliklerde hazırlanan gıda heykellerinin yapımında veya tıbbî karışımlarda bu kara kabuktan yararlanılmıştır. Bu tatlıkabuğun tadına doyamamış olmalılar ki çorbalardan şerbetlere, tatlılardan tuzlulara, deniz ürünlerinden kırmızı etlere kadar girmediği yemek grubu neredeyse olmamıştır.

Sonuç olarak darçın; kokusuyla, tadıyla Osmanlı mutfağında köklü bir yer edinmiştir. Ve halen günümüz Türk mutfağında temel baharatlardandır.

Yakın gelecekte Türkiye’nin Test Mutfağı kurulması;

Bu ve benzeri derleme çalışmalarından elde edilen bilgilerle, bu mutfakta (mutfaklarda) günümüz alışkanlıkları, ekipmanları, ekonomik durumu ve sağlık göz önünde bulundurarak; güncellemeler, uyarlamalar ve uygulamalar yapılması;
Fotoğraflanması, video kayıtlarının tutulması ve besin ögesi açısından değerlendirilmesi;

Bir Türk Mutfak Kültürü Arşivi oluşturulması ve ilgili tüm materyallerin burada bir araya getirilmesi;

Alan araştırmacılarının koordineli çalışmalarına olanak sağlayacak çeşitli platformlar oluşturulması önerilmektedir.

Açıklamalar:

1 Özlem Kumrular, Sultan’ın Mutfağı, İstanbul, 2010, s. 57.
2 Laura Esquivel, Saklı Lezzetler Mutfağa Felsefi Bir Yaklaşım (Çeviren: Olcay Öztunalı), İstanbul, 2010, s. 15.
3 Benzer bir görüşü Claudia Roden “Yemek güçtür. Kimliğin ve ideolojinin bir yansımasıdır.” diyerek sunmaktadır. Brillat Savarin’in meşhur “Bana ne yediğini söyle, sana ne olduğunu söyleyeyim.” sözü de durumun bir başka özetidir.
4 Nevin Halıcı, Türk Mutfağı, İstanbul, 2009, s. 21-23.
5 Harper Pennington şu sözüyle bu durumu açıklamaktadır: “Bir milletin gücü aşçıların ellerindedir. İnsanları iyi beslersen, iyi çalışacaklar, iyi savaşacaklardır”.
6 Baharat: Yiyecek ve içeceklere hoş koku ve tat vermek için kullanılan tarçın, karanfil, zencefil, karabiber vb. maddeler, bahar (Akalın vd., 2009: 183).
7 Atilla Akgül, Baharat Bilimi ve Teknolojisi, Ankara, 1993, s. 1.
8 Andrew Dalby, Tehlikeli Tatlar Tarih Boyunca Baharat (Çeviren: Nazlı Pişkin), İstanbul, 2004, s. II, 53, 56.
9 Akgül, Baharat Bilimi... s. 1.
10 Dalby, Tehlikeli Tatlar... s. II, 53, 56.
11 Tarçın; defnegillerden (Lauraceae), genellikle Güney ve Güneydoğu Asya’da yetişen ve değişik türleri bulunan bir ağaçtır (Cinnamomum) ve bu ağacın, içinde kokulu yağ bulunması dolayısıyla bahar gibi kullanılan kabuğuna da tarçın denilmektedir (Bülbül, 2009: 200; Akalın vd., 2009: 1907). Tarçın elde edilen onlarca Cinnamomum türü mevcuttur, bazıları şunlardır: Cinnamomum aromaticum (Cassia), Cinnamomum burmannii (Endonezya tarçını), Cinnamomum camphora (Camphor Laurel), Cinnamomum citriodorum (Malabar tarçını), Cinnamomum japonicum (C. Pedunculatum, Japon tarçını), Cinnamomum kanehirae (Tayvan-Çin tarçını), Cinnamomum loureiroi (Saygon tarçını), Cinnamomum mercadoi (Kalingag ağacı), Cinnamomum verum (Seylan tarçını, gerçek tarçın), Cinnamomum virens (Doğu Avusturalya, kırmızı kabuklu) (Food-info, 2011; Wikipedia, 2011). Kelime olarak kökeni Farsçadır: dârçin (Kanar, 2005: 185). Darcın, darçın gibi söyleyiş farklılıkları; karakabuk, karakat, karakıllı, tatlıkabuk, tatlıkabık gibi farklı isimleri bulunmaktadır. (Aksoy vd., 2009: 1369, 2646, 3846). Ağacın ince dalları, genç sürgünleri kesilip özel olarak bekletilir. Dış kabuk ayrılıp iç kabukları kurutulur. İç içe konularak rulo gibi kıvrılır ve çubuk tarçın elde edilir. Güzel bir kokuya ve aromatik tatlı bir lezzete sahiptir. Bileşiminde %10’a kadar uçucu yağ, şeker, steroller ve tanen bulunur. (Grieve, 1971: 202; Gürmen, 2000: 20; Teuscher, 2006:119).
12 Çin tarçının kökeni neredeyse 5000 yıl öncesine dayanır. Dönemin Çin imparatoru Shen Nung için kullanılan baharatlar arasında bulunmaktadır. Ayrıca İncil ve eski Sanskrit metinlerinde sık sık geçmektedir. (Teuscher, 2006:120).
13 Tarçın çayının mide bulantısını azaltma, sindirimi canlandırma, gaz söktürücü, kabızlığı önleyici, yorgunluğu alıcı, tip I ve II alerjik reaksiyonları engelleyici, rahatlatıcı ve afrodizyak gibi etkileri vardır. Ayrıca ülser engelleyici özelliği de bilinmektedir. Sıcak suya birkaç damla tarçın yağı damlatılarak yapılan hoş karışımın teneffüs edilmesi burun tıkanıklıklarını açmaktadır. Ayrıca doğal bir antiseptiktir, antioksidandır, kan şekeri, trigliserit ve total kolesterol seviyelerini düşürdüğü, kardiyovasküler hastalıklara bağlı risklerin azalmasını sağladığı bilinmektedir. (Grieve, 1971: 202; Boxer, 1999: 20; Heine, 2004: 55; Başan, 2005:160; Özer vd., 2010: 1022; Özcan ve Arslan, 2010: 183; Gürson ve Özçelikay, t.y.: 172, 174).
14 Akgül, Baharat Bilimi... s. 1.
15 Arabella Boxer, Lezzetli Baharatlar Kitabı (Çeviren: Özge Akın), İstanbul, 1999, s. 6.
16 Dalby, Tehlikeli Tatlar... s. 56.
17 Peter Heine, Food Culture in the Near East, Middle East, and North Africa, London, 2004, s. 55.
18 Alan Davidson, The Oxford Companion to Food, New York, 2006, s. 187.
19 Tarçının çok zehirli yılanların bulunduğu bir vadide yetiştiğini, elde etmenin çok zor olduğunu hikâyelemişlerdir (Davidson, 2006: 187).
20 M. A. Grieve, Modern Herbal, New York, 1971, s. 202.
21 Dalby, Tehlikeli Tatlar... s. 57.
22 Ghillie Başan, The Middle Eastern Kitchen, Singapore, 2005, s. 160.
23 Davidson, The Oxford... s. 187.
24 Eberhard Teuscher, Medicinal Spices, Germany, 2006, s. 120.
25 Heine, Food Culture... s. 55.
26 Ayrıca tatlandırıcı olarak en fazla Tarçın tüketen mutfaklardan birisi Türk mutfağıdır (Boxer, 1999: 20).
27 Stefanos Yerasimos, Sultan Sofraları 15. ve 16. Yüzyılda Osmanlı Saray Mutfağı, İstanbul, 2002, s. 16.
28 Deniz Gürsoy, Tarihin Süzgecinde Mutfak Kültürümüz, İstanbul, 2004, s. 113, 115.
29 Necdet Sakaoğlu, “Eski Mutfak Kültürümüzün Kaynakları” (Editöler: Suraiya Faroqhi, Christoph K. Neumann), Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (2006), s. 37, 38.
30 Oğuzhan Gürson ve Gülbin Özçelikay, “Tarçın’ın Tarih Boyunca ve Günümüzdeki Kullanımı”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, 18 (t.y.), s. 176, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/23/120.pdf, Erişim Tarihi: 06.09.2010.
31 Christoph K. Neumann, “18. Yüzyıl Osmanlı Saray Mutfağında Baharat” (Editöler: Suraiya Faroqhi, Christoph K. Neumann), Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (2006), s. 158.
32 Sakaoğlu, “Eski Mutfak...”, s. 38, 39.
33 Selma Özkoçak, The Urban Development of Ottoman Istanbul in the Sixteenth Century, Unpublished Doctorate Thesis, London, 1997, s. 83, 84.
34 Yerasimos, Sultan Sofraları..., s. 43.
35 Feridun M. Emecen, “Şehzadenin Mutfağı” (Editöler: Suraiya Faroqhi, Christoph K. Neumann), Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (2006), s. 112, 118, 130, 131, 139.
36 “...gibi malzeme 100 kantar olup toplam değeri 199.266 akçadır. Sükkercilere, sükker nakşeden nakkaşların ve sükker işleyen Yahudilerin emeği karşılığı olarak 73.739 akça ve sükker nakşi için araç ve giderlerine 48.309 akça harcanmıştır. Genel toplam 366.437 akça gösterilmiştir. Havai fişeklere harcanan yüzbin akçaya göre bu çok fazladır...” (And, 1982: 94).
37 Metin And, Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları, Ankara, 1982, s. 93, 94.
38 Hedda Reindl Kiel, “Cennet Taamları” (Editöler: Suraiya Faroqhi, Christoph K. Neumann), Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (2006), s.73.
39 Evliya Çelebi, Seyahatname (Hazırlayan: M. Emre Karaörs), İstanbul 1992, s. 56.
40 Kiel, “Cennet Taamları”, s. 61.
41 Gürson ve Özçelikay, “Tarçın’ın Tarih...”, s. 176, 177.
42 kırmız (Arapça): 1. Kırmızı. 2. Kırmız böceğinden çıkarılan boya. (Kanar, 2005: 400).
43 Neumann, “18. Yüzyıl...”, s. 156, 161.
44 Suraiya Faroqhi, “Giriş” (Editöler: Suraiya Faroqhi, Christoph K. Neumann), Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (2006), s. 23.
45 Neumann, “18. Yüzyıl...”, s. 156.
46 Neumann, “18. Yüzyıl...”, s. 155-158.
47 Nejat Sefercioğlu, (Hazırlayan), Türk Yemekleri (XVIII. Yüzyıla Ait Yazma Bir Yemek Risâlesi), Ankara 1985. 48 Esin Kâhya, “Ömer Şifaî”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, 4 (1993), s. 186, 187.
49 Âmil Çelebioğlu’nun derlemiş olduğu 1826 yılı Ramazan mânileri.
50 Âmil Çelebioğlu, Ramazan-Name, Tercüman 1001 Temel Eser 22: t.y. s. 109.
51 pesend (Farsça): 1. beğenen. 2. beğenme. (Kanar, 2005: 571).
52 Çelebioğlu, Ramazan-Name, s. 149.
53 Günay Kut, (Hazırlayan), Et-Terkibât Fî Tabhi’l-Hulviyyât (Tatlı Pişirme Tarifleri), Ankara 1986, s. 24-27.
54 Feyzi Halıcı, (Hazırlayan), Ali Eşref Dede’nin Yemek Risalesi, Ankara 1992.
55 İlknur Haydaroğlu, “Osmanlı Saray Mutfağından Notlar”, Tarih Araştırmaları Dergisi, 22/ 34 (2003), s. 7.
56 Özge Samancı, “19. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı Elitinin Yeme-İçme Alışkanlıkları” (Editöler: Suraiya Faroqhi, Christoph K. Neumann), Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (2006), s.191, 192.
57 Friedrich Unger, Doğu’da Tatlıcılık, (Hazırlayan: Feyzi Halıcı), Konya (t.y.), s. 23, 32, 34.
58 Hülya S Yar, Osmanlı Sarayında Mutfak Kültürü ve Sofra Gelenekleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2008, s. 9.
59 Elif F. Üçok, Gonca Susyal ve Ersel Obuz, “Manisa’da Satılan Farklı Markalardaki Mesir Macunlarının Fiziksel ve Kimyasal Özelliklerinin Karşılaştırılması”, II. Geleneksel Gıdalar Sempozyumu Van (27-29 Mayıs 2009), 2009), s.346.
60 Nilüfer Gökçe ve Mevlut Yaprak, “Edirne’ nin İki Geleneksel Lezzeti: Devâ-i Misk ve Badem Ezmesi”, 1. Uluslararası “Adriyatik’ten Kafkaslar’a Geleneksel Gıdalar” Sempozyumu. (15–17 Nisan 2010), (2010), s. 1080, 1081.
61 Sefercioğlu, Türk Yemekleri... , s. 1, 2.
62 Halıcı, Ali Eşref..., s. 1,2.
63 Sefercioğlu, Türk Yemekleri... , s. 3, 4.
64 Halıcı, Ali Eşref..., s. 3.
65 Mehmet Kâmil, Melceü’t-Tabbâhîn (Aşçıların Sığınağı), (Hazırlayan: Cüneyt Kut), İstanbul 1997, s. 23.
66 Ahmed Cavid, Tercüme-i Kenzü’l-İştihâ (Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman, Priscilla Mary Işın), İstanbul: 2006, s. 25.
67 Halıcı, Ali Eşref..., s. 47.
68 Yerasimos, Sultan Sofraları..., s. 122.
Ekim 2010), Bilecik: Bilecik Şeyh Edebalı Üniversitesi Yayınları, s. 311-334.
69 Halıcı, Ali Eşref..., s. 66, 67.
70 Halıcı, Ali Eşref..., s. 68.
71 Halıcı, Ali Eşref..., s. 67.
72 Çelebi, Seyahatname, s. 56.
73 Sefercioğlu, Türk Yemekleri... , s. 48. 74 Kâmil, Melceü’t-Tabbâhîn...,s. 40.
75 Sefercioğlu, Türk Yemekleri... , s. 39. 76 Halıcı, Ali Eşref..., s. 5,6.
77 Kâmil, Melceü’t-Tabbâhîn...,s. 24.
78 Halıcı, Ali Eşref..., s. 7.
79 Halıcı, Ali Eşref..., s. 9.
80 Halıcı, Ali Eşref..., s. 57, 58.
81 Yerasimos, Sultan Sofraları..., s. 90. 82 Halıcı, Ali Eşref..., s. 57.
83 Sefercioğlu, Türk Yemekleri... , s. 37, 38. 84 Halıcı, Ali Eşref..., s. 5.
85 Kâmil, Melceü’t-Tabbâhîn...,s. 24.
86 Halıcı, Ali Eşref..., s. 54.
87 Yerasimos, Sultan Sofraları..., s. 76.
88 Halıcı, Ali Eşref..., s. 59.
89 Yerasimos, Sultan Sofraları..., s. 110, 111. 90 Yerasimos, Sultan Sofraları..., s. 68.
91 Yerasimos, Sultan Sofraları..., s. 100. 92 Kut, Et-Terkibât Fî..., s. 25.
93 Sefercioğlu, Türk Yemekleri... , s. 53. 94 Halıcı, Ali Eşref..., s. 53.
95 Halıcı, Ali Eşref..., s. 38.
96 Boğos Piranyan, Aşçının Kitabı, İstanbul 2008, s. 116.
97 Piranyan, Aşçının Kitabı, s. 74, 75.
98 Kitre: Gevenden çıkarılan bir tür zamk, kestere (Akalın vd., 2009: 1190).
99 Kut, Et-Terkibât Fî..., s. 26.
100 Lu’âb (Arapça): Kestirme şeker ile yapılan tatlı (Kanar, 2005: 422)
101 Kut, Et-Terkibât Fî..., s. 25, 26.
102 Piranyan, Aşçının Kitabı, s. 101-102.
103 Piranyan, Aşçının Kitabı, s. 80.
104 Ali Eşref Dede’nin Yemek Risalesi’nde de ufak değişikliklerle “meşhur petûle” olarak geçmektedir (Halıcı, 1992: 49).
105 Patula (pâtûle): Tezpişti derler helva türünden, Yenişehirlilere özgüdür. Tatlılardan yemesi hoş bir yiyecektir (Cavid, 2006: 22, 97).
106 Kut, Et-Terkibât Fî..., s. 23, 24.
107 Sefercioğlu, Türk Yemekleri... , s. 25. 108 Halıcı, Ali Eşref..., s. 22, 23.
109 Unger, Doğu’da Tatlıcılık, s. 34.
110 Halıcı, Ali Eşref..., s. 35.
111 Yerasimos, Sultan Sofraları..., s. 132. 112 Kut, Et-Terkibât Fî..., s. 25.
114 Unger, Doğu’da Tatlıcılık, s. 22,23. 115 Halıcı, Ali Eşref..., s. 45.
116 Halıcı, Ali Eşref..., s. 6.
117 Halıcı, Ali Eşref..., s. 64, 65.
113 Unger, Doğu’da Tatlıcılık, s. 34.

Kaynakça
Akalın, H. Ş. Toparlı, R. Gözaydın, N. Zülfikar, H. Argunşah, M. Demir, N. Aksu, B. T. ve Gültekin, B. Türkçe Sözlük (10. Baskı), Ankara 2009.
Akgül, Atilla, Baharat Bilimi ve Teknolojisi, Ankara 1993.
Aksoy, Ö. A. Vardarlı, E. Ülkütaşır, Ş. Ünver, A. Cankoçak, G. A. Sarıbaş, O. ve Dilçin, C., Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü I-VI Cilt (Birleştirilmiş tıpkıbasım), Ankara 2009.
And, Metin, Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları, Ankara 1982.
Başan, Ghillie, The Middle Eastern Kitchen, Singapore 2005.
Boxer, Arabella, Lezzetli Baharatlar Kitabı (Çeviren: Özge Akın), İstanbul 1999.
Bülbül, Esat, Doğadan Bize..., İstanbul 2009.
Cavid, Ahmed, Tercüme-i Kenzü’l-İştihâ (Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman, Priscilla Mary
Işın), İstanbul: 2006.
Çelebi, Evliya, Seyahatname (Hazırlayan: M. Emre Karaörs), İstanbul 1992.
Çelebioğlu, Âmil, Ramazan-Name, Tercüman 1001 Temel Eser 22: t.y.
Dalby, Andrew, Tehlikeli Tatlar Tarih Boyunca Baharat (Çeviren: Nazlı Pişkin), İstanbul 2004. Davidson, Alan, The Oxford Companion to Food, New York 2006.
Emecen, Feridun M., “Şehzadenin Mutfağı” (Editöler: Suraiya Faroqhi, Christoph K.
Neumann), Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (2006), s. 111-149.
Esquivel, Laura, Saklı Lezzetler Mutfağa Felsefi Bir Yaklaşım (Çeviren: Olcay Öztunalı), İstanbul 2010.
Faroqhi, Suraiya, “Giriş” (Editöler: Suraiya Faroqhi, Christoph K. Neumann), Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (2006), s. 7-33.
Food-info, “Tarçın (Cinnamomum zeylanicum)”, Food-Info.net> Gıda ürünleri > Şifalı otlar ve baharatlar. http://www.food-info.net/tr/products/spices/cinnamon.htm, Erişim Tarihi: 21.07.2011.
Gökçe, Nilüfer ve Yaprak, Mevlut, “Edirne’ nin İki Geleneksel Lezzeti: Devâ-i Misk ve Badem Ezmesi”, 1. Uluslararası “Adriyatik’ten Kafkaslar’a Geleneksel Gıdalar” Sempozyumu. (15–17 Nisan 2010), (2010), s. 1079-1083.
Grieve, M., A Modern Herbal. New York 1971.
Gürmen, Ülker, Yemek Pişirme Teknikleri ve Uygulaması 3, İstanbul 2000.
Gürson, Oğuzhan ve Özçelikay, Gülbin, “Tarçın’ın Tarih Boyunca ve Günümüzdeki
Kullanımı”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, 18 (t.y.), s. 171-183. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/23/120.pdf, Erişim Tarihi: 06.09.2010.
Gürsoy, Deniz, Tarihin Süzgecinde Mutfak Kültürümüz, İstanbul 2004.
Halıcı, Feyzi (Hazırlayan), Ali Eşref Dede’nin Yemek Risalesi, Ankara 1992.
Halıcı, Nevin, Türk Mutfağı, İstanbul 2009.
Haydaroğlu, İlknur, “Osmanlı Saray Mutfağından Notlar”, Tarih Araştırmaları Dergisi, 22/ 34
(2003), s. 1-9.
Heine, Peter, Food Culture in the Near East, Middle East, and North Africa. London 2004. Kâhya, Esin, “Ömer Şifaî”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama
Merkezi Dergisi, 4 (1993), s. 171-1924.
Kâmil, Mehmet, Melceü’t-Tabbâhîn (Aşçıların Sığınağı), (Hazırlayan: Cüneyt Kut), İstanbul
1997.
Kanar, Mehmet, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, İstanbul 2005.
Kiel, Hedda Reindl, “Cennet Taamları” (Editöler: Suraiya Faroqhi, Christoph K. Neumann),
Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (2006), s. 55-111.
Kut, Günay (Hazırlayan), Et-Terkibât Fî Tabhi’l-Hulviyyât (Tatlı Pişirme Tarifleri), Ankara 1986.
Neumann, Christoph K., “18. Yüzyıl Osmanlı Saray Mutfağında Baharat” (Editöler: Suraiya Faroqhi, Christoph K. Neumann), Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (2006), s. 149-185.
Özcan, M. Musa ve Arslan, Derya, “Antioxidant effects of essential oils of rosemary, clove and cinnamon on hazelnut and poppy oils”, 5th Central European Congress on Food (19-22 May 2010), (2010), s. 183.
Özer, Emir A. Erginkaya, Zerrin ve Ünal, Emel, “Geleneksel Bir İçecek: Kaynar” 1. Uluslar arası “Adriyatik’ten Kafkaslar’a Geleneksel Gıdalar” Sempozyumu (15–17 Nisan 2010), (2010), s. 1021-1023.
Özkoçak, Selma, The Urban Development of Ottoman Istanbul in the Sixteenth Century, Unpublished Doctorate Thesis, London 1997.
Piranyan, Boğos, Aşçının Kitabı, İstanbul 2008.
Sakaoğlu, Necdet, “Eski Mutfak Kültürümüzün Kaynakları” (Editöler: Suraiya Faroqhi, Christoph K. Neumann), Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (2006), s. 33-45.
Samancı, Özge, “19. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı Elitinin Yeme-İçme Alışkanlıkları” (Editöler: Suraiya Faroqhi, Christoph K. Neumann), Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (2006), s. 185-209.
Sefercioğlu, Nejat (Hazırlayan), Türk Yemekleri (XVIII. Yüzyıla Ait Yazma Bir Yemek Risâlesi), Ankara 1985.
Teuscher, Eberhard, Medicinal Spices, Germany 2006.
Unger, Friedrich, Doğu’da Tatlıcılık, (Hazırlayan: Feyzi Halıcı), Konya (t.y.).
Üçok, Elif F. Susyal, Gonca ve Obuz, Ersel, “Manisa’da Satılan Farklı Markalardaki Mesir
Macunlarının Fiziksel ve Kimyasal Özelliklerinin Karşılaştırılması”, II. Geleneksel Gıdalar Sempozyumu Van (27-29 Mayıs 2009), 2009), s. 346-348.
Wikipedia, “Cinnamomum”, From Wikipedia, the free encyclopedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Cinnamomum, Erişim Tarihi: 21.07.2011.
Yar, Hülya S, Osmanlı Sarayında Mutfak Kültürü ve Sofra Gelenekleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2008.
Yerasimos, Stefanos, Sultan Sofraları 15. ve 16. Yüzyılda Osmanlı Saray Mutfağı, İstanbul 2002.

Et Nedir? Et Çeşitleri Nelerdir? Et'in Özellikleri...

  Et Nedir?  Et Çeşitleri  Nelerdir? Et'in Özellikleri... Türk aşçı haberleri ve güncel mutfak haberleri olarak aşçılık kütüphanesinde ...